Joseph Massad
Middle East Eye
16 Temmuz 2023
Çev. Erman Çete (@ermancete)
İsrail lobisinin ABD’nin Ortadoğu politikasını kontrol ettiği iddiası, ABD’yi Arap dünyasındaki emperyalist politikalarının sorumluluğundan muaf tutmak anlamına geliyor.
Son birkaç haftadır İsrail lobisi Birleşik Krallık, Fransa ve ABD’de devam eden seçim dönemleri bağlamında haberlerde giderek daha fazla yer alıyor.
Birleşik Krallık’taki İsrail lobisinin son seçimlerde adaylara sağladığı devasa fonlar, İsrailli bakanların Fransa’daki son seçimlere müdahalesi ya da ABD’deki en etkili İsrail yanlısı lobi grubu Amerikan İsrail Halkla İlişkiler Komitesi’nin (AIPAC) rakibini desteklemesi nedeniyle ABD Kongre Temsilcisi Jamaal Bowman’ın yenilgisi hakkında haberler çoğalıyor.
Bu, lobinin 7 Ekim’den bu yana İsrail’i ve Gazze’deki soykırımını eleştirenlerin susturulmasında oynadığı role ilişkin medyada yer alan haberlere ilave olarak gerçekleşiyor.
Daha önce de belirttiğim gibi, İsrail lobisinin entrikaları Batı basınında ifşa edildiğinde, ABD ve Arap dünyasındaki Filistin yanlılarının çoğunu bir heyecan sarıyor.
Bu heyecan, lobinin aşırı gücünün farkına varan ABD ve Batı kamuoyunun, ABD’nin Filistinlilere ve Ortadoğu’ya yönelik dış politikasındaki, lobinin müdahalesinden kaynaklandığına inandıkları sapmaları düzelteceğine dair algılarına dayanıyor.
Bu Amerikalılar ve Filistinlileri destekleyen Batı yanlısı Araplar arasındaki ortak varsayım, İsrail lobisi olmasa ABD hükümetinin ve diğer Batılı güçlerin Araplara ve Filistinlilere karşı daha dostane ya da en azından daha az düşmanca davranacağıdır.
Bu argümanın baştan çıkarıcılığı, ABD hükümetini Arap dünyasındaki politikaları nedeniyle hak ettiği tüm sorumluluk ve suçluluktan muaf tutmasına dayanıyor.
ABD politikalarının suçunu ABD’den İsrail’e ve onun ABD’deki lobisine yıkmaya çalışıyor ve Amerika’nın düşmanlarının yanında olmak yerine kendi yanlarında olmasını dileyen pek çok Arap ve Filistinliye sahte bir umut veriyor.
Eleştirel çalışmalar
Lobinin Batı ülkelerindeki seçimlerin belirlenmesindeki müthiş gücü ve üniversiteler, basın, kültür ve eğitim kurumları üzerindeki etkisi en az yarım yüzyıldır pek çok kitap ve makaleye konu oldu.
Her ne kadar ABD’deki İsrail yanlısı güçlere yönelik ılımlı eleştiriler dile getirilse de, bu türden belki de ilk çalışma Johnson ve Kennedy yönetimlerinde Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak görev yapan George Ball’un 1977 yılında Foreign Affairs’de yayınladığı bir makaledir.
Ball ve oğlu daha sonra konuyla ilgili eksiksiz bir çalışmayı kitap olarak yayınladı.
Sonraki on yıl içinde yayınlanan diğer kitaplar arasında Paul Findley’in 1985 tarihli They Dare to Speak Out: People and Institutions Confront Israel’s Lobby [Konuşmaya Cesaret Ettiler: İnsanlar ve Kurumlar İsrail Lobisiyle Yüzleşiyor] adlı kitabı yer alıyor. Findley, Temsilciler Meclisi’nde 11 dönem görev yaptıktan sonra 1982’de yeniden seçilme kampanyası İsrail lobisi tarafından yenilgiye uğratılan eski bir Cumhuriyetçi kongre üyesiydi.
Eski bir AIPAC başkanı Findley’i “tehlikeli bir İsrail düşmanı” olarak tanımlamış ve bu da Findley’in siyasi sonunu getirmiştir.
Bir başka kitap, Eski Time Dergisi yazarı Edward Tivnan’ın The Lobby: Jewish Political Power and American Foreign Policy [Lobi: Yahudi Siyasi Gücü ve Amerikan Dış Politikası] adlı kitabı 1987 yılında yayınlanmış ve aynı temayı işlemiştir.
Bununla birlikte, önde gelen ana akım siyaset bilimcileri John Mearsheimer ve Stephen Walt 2006 yılında İsrail lobisi ve ABD dış politikası üzerine bir makale yayınlayana ve daha sonra bunu genişleterek 2008 yılında bir kitap olarak yayınlayana kadar, lobinin politikayı şekillendirmedeki rolü, yazarlarını karalamak ve lobiyi mantıklı argümanlarına karşı savunmak için bile olsa, ABD ana akımında önemli bir tartışma konusu haline gelmemişti.
İsrail lobisinin rolüne ilişkin objektif değerlendirmelerin yanı sıra, “Yahudilerin” Batı ülkelerindeki sözde etkisi ve ABD hükümetini kontrol ettikleri iddiasına ilişkin antisemitik ve beyaz ırkçı komplo teorilerinin rengarenk bir koleksiyonu da mevcuttur.
Ne var ki, lobi yanlısı yorumcular bunu, İsrail lobisine yönelik antisemitizmle ilgisi olmayan geçerli eleştirilerde bulunanları alt etmek için bir sopa olarak kullanıyor; bu muamele diğerlerinin yanı sıra Mearsheimer ve Walt’a da yapılmıştır.
İsrail lobisine ilişkin aklı başında ve makul tartışmalar, lobinin müthiş etkisi olmasaydı ABD’nin Ortadoğu politikasının Filistinlilere karşı daha az düşmanca olacağını savunanlar ile lobinin etkisinin mevcut ABD politikasını alkışlamaktan ve bağlı olduğu yöne doğru itmekten öteye gitmediğine inananlar arasında değişiyor.
Benim görüşüm her zaman ikincisine daha yakın olmuştur.
“Amansız bir düşman”
İsrail lobisinin ABD’nin Ortadoğu politikasını kontrol ettiği iddiası, ABD’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana Arap dünyasında ve Ortadoğu’da izlediği tüm emperyalist politikaların sorumluluğundan muaf tutmak anlamına geliyor.
İddiaya göre, ABD’yi kendi ulusal çıkarlarına zarar veren ve yalnızca İsrail’in yararına olan politikaları yürürlüğe koymaya iten İsrail ve lobisidir.
Bu iddia, ABD’nin Filistinlilerin haklarına yönelik tüm uluslararası ve BM desteğini engellerken, İsrail’i sivil halka karşı savaşında silahlandırıp finanse etmesi ve küresel toplumun gazabından koruması da ABD ve Batılı müttefiklerinin değil, İsrail ve lobisinin suçlanması gerektiği konusunda ısrar ediyor.
Bu düşünce tarzı, ABD hükümetinin Üçüncü Dünya’da ulusal kurtuluşu hiçbir zaman desteklemediği gerçeğini göz ardı ediyor.
ABD’nin sicili, Yunanistan’dan Latin Amerika’ya, Afrika’dan Asya’ya, Avrupalılar da dahil olmak üzere tüm ulusal kurtuluş gruplarının amansız düşmanı olmakla dolu.
Afgan devrimci hükümetine ve Sovyetler Birliği’ne karşı savaşlarında Afgan mücahitleri; Angola ve Mozambik’teki sömürgecilik karşıtı devrimci ulusal hükümetlere karşı apartheid Güney Afrika’nın başlıca terörist müttefikleri Unita ve Renamo; ve Nikaragua’daki devrimci Sandinist hükümetine karşı Kontralar gibi grupları desteklemesi, ABD’nin ulusal kurtuluşçu devrimci hükümetleri yıkmaya niyetli karşı devrimci grupları desteklediği vakalardır.
İsrail lobisinin yokluğunda ABD’nin Filistin ulusal kurtuluşunu neden destek vereceği bu argümanın ele almadığı bir konudur.
Bu argümanları yirmi yıl önce ilk kez ortaya attığımda, Filistin yanlısı beyaz Hıristiyan Amerikalı bir akademisyen bir sohbette bunlara itiraz etmiş ve ABD’nin 1956’da Fransa, Birleşik Krallık ve İsrail’in Mısır’ı üç taraflı işgaline karşı Mısır Devlet Başkanı Cemal Abdül Nasır’ı desteklediğinde ısrar etmişti.
Fakat kendisine de verdiğim sert yanıttaki gibi, ABD’nin bu ortada kalmış davadaki desteği Fransa ve Birleşik Krallık’ın kanatlarını kırmak üzerine kuruluydu. Bu eski imparatorluklar, kendilerini Nazi saldırganlığından kurtaran ABD olduğunda, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra hâlâ emperyalist davranabileceklerini düşünmüşlerdi.
ABD, İsrail’in Mısır’a yönelik saldırısını kendi hükümeti yerine bu eski imparatorluklarla koordine etme kararına da karşı çıktı.
İsrail çok geçmeden aynı saldırganlığı ABD ile koordineli bir şekilde komşularına da uygulayabileceğini fark etti. Beklendiği üzere ABD, İsrail’in komşu Arap ülkelerine yönelik müteakip işgallerine (1967, 1978, 1981, 1982, 1985, vs.) hiç itiraz etmedi.
ABD’nin emperyal çıkarları
ABD’nin Irak’ı işgaline yol açan şeyin İsrail lobisinin ABD hükümeti üzerindeki etkisi olduğu yönündeki ilgili argüman da aynı şekilde ikna edici değildir.
Bu, lobinin ABD öncülüğündeki savaş çabalarını aktif olarak desteklemediği anlamına gelmez (kesinlikle desteklemiştir). Yine de sonuçta, çok daha üstün etkiye sahip diğer Amerikan siyasi ve iktisadi emperyal çıkarları tarafından zaten istenen ve planlanan bir savaş için bastırıyordu.
Irak’ın işgali, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’nin Üçüncü Dünya’da toprak, petrol ya da diğer değerli madenler gibi ulusal kaynaklarını kontrol etmekte ısrar eden tüm rejimleri devirmeye yönelik tutarlı politikasını takip ediyor.
Bu durum 1953’te İran’dan 1954’te Guatemala’ya, Latin Amerika’nın geri kalanına ve günümüz Venezuela ve İran’ına kadar uzanıyor.
Afrika, Asya’daki ülkeler gibi son altmış yılda çok daha kötü durumda kalmıştır.
Guatemala’da Jacobo Arbenz, Brezilya’da Joao Goulart, İran’da Muhammed Musaddık, Kongo’da Patrice Lumumba ve Şili’de Salvador Allende gibi rejimlerin devrilmesi ve Hugo Chavez ile Nicolas Maduro’yu devirme girişimleri, Endonezya’da Ahmed Sukarno ve Gana’da Kwame Nkrumah gibi milliyetçi rejimlerin devrilmesi gibi önemli örneklerdir.
El Salvador ve Nikaragua’dan Kongo’ya ve daha sonra Zaire, Şili ve Endonezya’ya kadar ABD’nin dayattığı rejimlere meydan okuyan halklar üzerinde estirilen terör, ABD tarafından bu önemli görevler için eğitilen baskıcı polis ve ordular tarafından milyonlarca olmasa da yüz binlerce kişinin öldürülmesiyle sonuçlanmıştır.
Buna, ABD’nin Güneydoğu Asya ve Orta Amerika ülkelerini doğrudan işgal ederek on yıllar boyunca sayılamayacak kadar çok insanın ölümüne yol açması dahil değildir.
İsrail lobisi tüm bu diğer işgal ve müdahalelerde hiçbir rol oynamadığına göre, ABD neden kendi başına Irak’ı (ya da Afganistan’ı) işgal etmekten ya da İran’ı tehdit etmekten vazgeçmedi? Bunlar, İsrail lobisinin ABD hükümeti üzerindeki baskısını eleştirenlerin asla açıklayamayacağı siyaset sorularıdır.
İsrail lobisi ABD hükümetini Ortadoğu’da, başka yerlerdeki küresel politikalarıyla tutarsız siyasetler izlemeye zorluyor olsaydı, böyle bir argüman daha ikna edici olurdu.
Ne var ki böyle bir durum söz konusu değildir.
Örtüşen gündemler
ABD’nin Ortadoğu’daki politikaları, dünyanın başka yerlerindeki baskıcı ve anti-demokratik politikalarının abartılmış bir şekli olsa da, onlarla uyumsuz değildir.
Bu abartının asıl nedeninin İsrail lobisinin gücü olduğu kolaylıkla iddia edilebilir, fakat bu iddia bile tam olarak ikna edici değildir.
Sıklıkla İsrail’in ABD’nin Ortadoğu stratejisindeki merkeziliğinin, İsrail lobisinin gücünü kısmen açıkladığını, tersini açıklamadığını ileri sürmüşümdür.
Gerçekten de bazıları, bırakın Obama, Trump ya da Biden’ı, Bush yönetiminin (hatta Clinton yönetiminin) İsrail yanlısı ve özellikle de Likud yanlısı üyelerinin ve İsrail yanlısı Amerikalı milyarderlerin rolünü, lobinin müthiş gücünün kanıtı olarak gösteriyor.
Bununla birlikte, 1990’lardan bu yana Likud ve diğer İsrailli siyasi partileri daha saldırgan bir gündemi benimsemeye itenlerin de bu ABD’li siyasetçiler ve milyarderler olduğu söylenebilir. Bu tür kışkırtmalar bugün İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere karşı yürüttüğü soykırım savaşının ortasında da devam ediyor.
Bu, İsrail lobisi liderlerinin Kongre ve Beyaz Saray’da ABD siyaseti üzerindeki önemli etkileriyle düzenli olarak övünmedikleri anlamına gelmiyor.
En son Bowman’ı mağlup etme başarılarını kutladılar ve 1970’lerin sonlarından beri düzenli olarak rolleriyle övünüyorlar.
Fakat lobi ABD’de güçlüdür çünkü başlıca iddiaları ABD çıkarlarını ilerletmekle ilgilidir ve İsrail’e verdiği destek, ABD militarizmine ve Ortadoğu’daki genel stratejisine verdiği destek bağlamında ele alınmaktadır.
İsrail lobisi bugün, Çin lobisinin 1950’lerde Çin Halk Cumhuriyeti’ne karşı Tayvan’ı desteklemek için oynadığı rolün aynısını ve Küba lobisi hâlâ Küba’nın devrimci hükümetine karşı ve karşı devrimci Kübalı sürgünleri desteklemek için oynuyor.
İsrail lobisinin ABD’deki diğer tüm dış siyaset lobilerinden daha etkili olması, ABD’yi “ulusal çıkarlarından” uzaklaştırmak için fantastik bir güce sahip olmasından kaynaklanmıyor. Aksine, bu durum İsrail’in ABD’nin büyük stratejisi için ne kadar önemli olduğunu kanıtlıyor.
İsrail komünist ya da anti-emperyalist bir ülke olsaydı ya da İsrail ABD’nin dünyanın başka yerlerindeki politikalarına karşı çıksaydı, İsrail lobisi kendi mesajını satamazdı ve herhangi bir etkisi olmazdı. Doğrusu bu gülünç bir önerme olurdu.
Arap onayı
Bazıları, İsrail’in kendi çıkarlarını ABD’ninkilerle örtüştürmeye çalışsa da, lobisinin ABD’li politika yapıcıları kasıtlı olarak yanlış yönlendirdiğini ve pozisyonlarını Amerika’nın ve İsrail’in çıkarlarının gerçekten ne olduğuna dair nesnel bir değerlendirmeden uzaklaştırdığını iddia etmektedir.
İddiaya göre ABD’nin İsrail’e verdiği destek, Ortadoğu’da İsrail’e karşı olan siyasi ve militan grupların ABD’ye düşman olmasına ve saldırılar için onu hedef almasına neden oluyor.
Bu destek aynı zamanda ABD’nin Arap dünyasında dostane medya ilgisini kaybetmesine, Arap ülkelerindeki yatırım potansiyelinin etkilenmesine ve Arap bölgesel müttefiklerinin zayıflamasına neden oluyor.
Fakat bunların hiçbiri doğru olmak zorunda değil.
ABD, Yaser Arafat ve Mahmud Abbas yönetimindeki Filistin Yönetimi de dahil olmak üzere Arap diktatörlüklerinin hepsiyle olmasa da çoğuyla stratejik ittifaklarını sürdürürken İsrail’in en büyük destekçisi ve finansörü, en sadık savunucusu ve silah tedarikçisi olabilmiştir.
Gerçekten de ABD, İsrail’in Filistinlilere yönelik mevcut soykırımını destekleme konusunda ne kadar uzlaşmaz olursa, Arap kukla yöneticileri tarafından o kadar benimseniyor.
Dahası, ABD şirketleri ve yatırımları Arap dünyasında en büyük varlığa sahiptir, en belirgin olarak da petrol sektöründe.
Batılı STK’lar tarafından finanse edilen devasa web siteleri ve internet haber kaynaklarından bahsetmeye gerek bile yok; Arapça gazetelerden, özel ve devlet televizyon kanallarından ve Körfez Arap prenslerinin sahip olduğu sayısız uydu televizyon kanalından oluşan bir ordu, ABD’nin bakış açısını desteklemek üzere görevlendirilmiştir.
Bu kanallar Amerikan kültürünü yüceltmekte, televizyon programlarını yayınlamakta ve sadece ABD’nin bölgedeki gerçek politikalarının sağduyuya getireceği sınırlamalarla kısıtlı olarak ABD’nin pozisyonlarını mümkün olduğunca etkili bir şekilde satmaya çalışmaktadır.
Rencide edici El Cezire kanalı bile ABD’nin bakış açısına uyum sağlamak için çok çaba harcıyor, fakat yine de bölgedeki gerçek ABD politikaları tarafından sık sık baltalanıyor.
Irak’ın işgali sırasında ABD’nin büyük baskısı ve bombalama tehditleri altında kalan El Cezire, Irak’taki ABD ordusundan “işgal güçleri” olarak bahsetmeyi bırakarak “koalisyon güçleri” ifadesini kullanmaya başladı.
Karşılıklı çıkar
İsrail lobisinin muazzam etkisine ilişkin mali argümanlarında pek çok kişi ABD’nin İsrail’e “verdiği” fantastik miktardaki paraya işaret ediyor; ABD’nin karşılığında elde ettikleriyle orantısız, çok fahiş bir maliyet.
Aslında ABD, bırakın Avrupa, Afrika ya da Asya’dakileri, Katar, Bahreyn, Ürdün, Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri de dahil olmak üzere Arap dünyasındaki askeri üslerine İsrail’e harcadığından çok daha fazlasını harcamaktadır.
7 Ekim 2023 ile Ocak 2024 tarihleri arasında ABD, emperyal çıkarlarını korumak amacıyla Ortadoğu’daki askeri yığınağı için 1,6 milyar dolar harcamıştır. ABD, 2001-2019 yılları arasında sadece Afganistan, Irak, Suriye ve Pakistan’daki savaşları için 6,4 trilyon dolar harcadı.
İsrail, 1970’ler ve 1980’lerde Orta Amerika’daki diktatörlüklere yasadışı silahlar göndererek ya da aynı dönemde Tayvan ve apartheid Güney Afrika gibi parya rejimlere yardım ederek ABD’li efendisine iyi bir bedel karşılığında hizmet sunma konusunda gerçekten de çok etkili olmuştur.
Ayrıca Lübnan’dan Irak’a ve Sudan’a kadar milliyetçi Arap rejimlerinin altını oymak için Arap dünyasındaki faşist gruplar da dahil olmak üzere ABD yanlısı grupları desteklemiştir.
1970’te Ürdün’de yaptığı gibi, tehdit altında olduğunda ABD yanlısı muhafazakâr Arap rejimlerinin yardımına koşmuştu. Ve 1967’de Mısır ve Suriye’de ve 1981’de Irak’ın nükleer reaktörünü imha ettiğinde olduğu gibi Arap milliyetçi rejimlerine açıktan saldırmıştı.
ABD 1960’ların ortalarında Sukarno ve Nkrumah’ı kanlı darbelerle devirebilmişken Nasır, İsrail 1967 savaşında onu etkili bir şekilde etkisiz hale getirene kadar sağlam kaldı.
Bu büyük hizmet sayesinde ABD İsrail’e olan desteğini katlanarak artırdı.
Dahası, İsrail’in 1982’de FKÖ’yü etkisiz hale getirmesi, o zamana kadar örgütü tam olarak kontrol edemeyen birçok Arap rejimi ve onların hamisi ABD için küçük bir hizmet değildi.
Milyarlarca dolar harcanan Amerikan askeri üslerinin hiçbiri böylesine parlak bir sicile sahip değildir.
Bazıları, eğer bu doğruysa, ABD’nin neden Kuveyt ve Irak’a doğrudan müdahale etmek zorunda kaldığını iddia ederek direnebilir.
Bu örneklerde ABD’nin doğrudan müdahalesi gerekliydi çünkü Arap müttefiklerini utandıracak böyle bir koalisyona İsrail’i dahil etme hassasiyeti nedeniyle bu işi İsrail’in yapacağına güvenemezdi. Bu durum İsrail’in stratejik bir müttefik olarak işe yaramazlığını göstermiş olsa da, ABD de işgalleri kendi başına başlatmak için askeri üslerinden hiçbirine güvenemedi ve işi bitirmek için ordusunu göndermek zorunda kaldı.
Körfez’deki ABD üsleri gerekli desteği sağladı ama İsrail de öyle.
Aksa Tufanı Operasyonu’nun İsrail’in ABD için stratejik askeri önemini tamamen tersine çevirdiği doğrudur.
İsrail’in Filistin direnişi karşısındaki askeri yenilgisi, Amerikan ve İngiliz askeri yardımına gereksinimini sürdürüyor. İsrail’in askeri gücünü desteklemek için Batıya yaptığı destek çağrıları 8 Ekim gibi erken bir tarihte başlamış, nisan ayında da ek destek talepleri gelmiştir.
ABD, Birleşik Krallık ve Ürdün’deki ABD üsleri, İsrail’in Şam’daki İran konsolosluğunu bombalamasının ardından İran’ın füze misillemesine karşı İsrail’i savunma işinin çoğunu yaptı.
Yine de ABD için İsrail’in bariz zayıflıkları bölgede oynadığı rolü değiştirmedi. Bu rol, ABD’nin çıkarlarına karşı tüm direnişlerin ve İsrail’in stratejideki yeri de dahil olmak üzere stratejisini zayıflatacak her şeyin yok edilmesini içeriyor.
Abartılı iddialar
İsrail lobisinin en büyük gücü olan AIPAC, ABD çıkarlarına uygun ve ABD’nin hüküm süren emperyal ideolojisiyle uyumlu politikalar için baskı yaptığı ölçüde gerçekten de güçlüdür.
Son dokuz ay, ister Washington’da ister üniversite kampüslerinde olsun, İsrail lobisinin gücünün yalnızca örgütsel becerilerine ya da ideolojik tekdüzeliğine dayanmadığını açıkça ortaya koymuştur.
Kongre liderleri, politika yapıcılar ve üniversite yöneticileri arasındaki antisemitik tutumlar, lobinin gerçek gücü hakkındaki abartılı iddialarına –ve düşmanlarının iddialarına– olan inançlarını destekliyor ve bu da onların çizgiyi takip etmelerine neden oluyor.
Böyle bir bağlamda, lobinin gerçek ya da hayali bir güce sahip olması önemli değildir.
Hükümet liderleri ve daha da önemlisi üniversite yöneticileri antisemitik önyargılarına veya nesnel değerlendirmelerine dayanarak buna inandıkları sürece etkili ve güçlü olmaya devam edecektir.
O zaman bazıları şunu sorabilir: Güçlü bir İsrail lobisinin böyle bir etkisi olmasaydı, ABD’nin Ortadoğu siyasetinde ne farklı olurdu?
Kısaca cevap, ABD politikalarının yönü, içeriği ya da etkisi değil, detayları ve yoğunluğudur.
Peki, İsrail lobisi ABD’de son derece güçlü mü?
Kendi üniversitem üzerindeki aşırı etkisi ve beni işten attırmak için yürüttüğü yoğun baskı kampanyaları nedeniyle son yirmi yıldır bu lobinin tüm gücüyle karşı karşıya kalmış biri olarak, bu soruya cevabım evet olacaktır.
ABD’nin Filistinlilere ve Arap dünyasına yönelik politikalarının başlıca sorumlusu lobi midir? Kesinlikle değildir.
Arap dünyası ve özellikle de Filistinliler, ABD’ye, bu ülkelerdeki çoğu insanın çıkarlarına ters düşen politikalar izleme geçmişi nedeniyle karşı çıkıyor.
ABD’nin tek amacı kendi çıkarlarını ve İsrail de dahil olmak üzere bu çıkarlara hizmet eden bölgedeki azınlık rejimlerini korumak olmuştur.
İsrail’in Filistinlilere yönelik devam eden soykırımı ancak ABD’nin zararlı politikalarının yokluğunda, onları destekleyen lobinin değil, durabilir.
ABD hükümeti ve batılı müttefikleri, İsrail’in Filistinlilere karşı soykırım yapma hakkını destekleme, tedarik etme ve savunma konusunda tam sorumluluk taşıyorlar.
İsrail lobisinin ABD’nin İsrail’i olduğundan daha fazla desteklemesi yönündeki çabaları devam eden soykırımda suç ortağıdır, fakat kesinlikle bu korkunç suçun başlıca nedeni değildir.