Dağlık Karabağ: İngilizlerin görüşü nedir?

Çevirmenin notu: Aşağıda çevirisini verdiğimiz makale, 2020’deki İkinci Karabağ Savaşı sırasında Azerbaycan merkezli bir düşünce kuruluşunda yayınlandı ama güncelliğini koruyor. Güney Kafkasya’daki Anglo-Türk ittifakı, yanında İsrail ile birlikte, gelişmeye devam ediyor.

Murad Muradov
Topchubashov Center
21 Ekim 2020
Çeviri: Erman Çete – @ermancete

Azerbaycan’ın işgal altındaki topraklarında askeri gerilimin tırmanmaya başlamasından bu yana Büyük Britanya’nın bu konudaki sessizliği dikkat çekicidir. Londra’nın Bakü ile ilişkilerine geleneksel olarak önem verdiği düşünüldüğünde, bu sessizlik beklenmedik bir durumdu. Fakat 19 Ekim’de BP Azerbaycan Bölge Müdürü Gary Johns şirket adına bir açıklama yaparak Azerbaycan’ı fiilen destekledi ve Azerbaycan enerji iletişiminin Büyük Britanya için stratejik önemini vurguladı. Daha da ilginci, ertesi gün Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı Dominic Raab, Birleşik Krallık-Türkiye ilişkilerinin stratejik niteliğini vurgulayarak Ankara’yı ‘müttefik ve dost’ olarak nitelendirdi ve bir bakıma bazı Avrupa ülkelerinin (Fransa ve Avusturya gibi) Batı’nın Türkiye’ye yönelik tutumunu yeniden değerlendirme girişimlerine karşı çıktı. 

Bu açıklamalar ne anlama geliyor? Londra’nın Azerbaycan’a olan ilgisinin geleneksel olarak İngiliz petrol ve gaz endüstrisi ile güçlü bir şekilde ilişkili olduğunu belirtmek gerekir: BP uzun zamandır Azerbaycan’daki en büyük ve yakın zamandan beri de fiilen tek Batılı operatör şirket. Sahadaki bu güçlü varlığı, İngiltere’nin kırılgan bölgenin istikrar ve güvenliğini desteklemeye ilgi duymasına yol açmıştır. Aynı zamanda İngiltere hiçbir zaman siyasi bir faktör olarak Ermeni lobisine sahip olmadı ve bu nedenle bazı Batılı ülkeler veya Rusya’nın aksine Dağlık Karabağ ihtilafına karşı tamamen pragmatik bir duruş sergileyebildi. Bu yaklaşım Londra’nın Bakü’de önemli ölçüde güven kazanmasına yardımcı oldu. Brexit’ten sonra, İngiltere artık Avrupa politikasının ana akımında yelken açmak zorunda hissetmediğinden, genel Avrupa dış politikasına sözde bile olsa hizmet etmemeyi göze alabilir ve genellikle siyasi esnekliği engelleyen çok taraflı yaklaşıma güçlü bir şekilde güvenebilir. 

Raab’ın Türkiye ile ilgili açıklaması, günümüz İngiliz dış politikasının çerçevesine oldukça iyi uyuyor. Mevcut Muhafazakâr iktidar eliti, karmaşık Avrupa mevzuatı ve standartlarının getirdiği kısıtlamaların yerine dünya çapında ticari ve askeri ittifaklar kurma becerisini ikame edecek ve inandıkları üzere Britanya’nın bölgesel değil küresel bir güç olarak doğal rolünü yeniden tesis edecek ‘küresel Britanya’ vaadiyle iktidara geldi. Bu strateji, serbest ticaret anlaşmaları ve Japonya, Hindistan, Çin, Brezilya gibi dünyanın dört bir yanındaki birçok bölgesel güç merkeziyle güçlü işbirliği de dahil olmak üzere güçlü ilişkiler kurmayı gerektiriyor. Türkiye hem iktisadi hem de jeopolitik açıdan bu tür kritik öneme sahip ülkelerden biri olarak algılanmaktadır. Büyük ve kârlı bir pazar olmasının yanı sıra ‘Ortadoğu’ya açılan kapı’ olarak da adlandırılan Türkiye’nin bölgedeki proaktif konumu, Londra’nın uzun süredir oyun alanı olarak gördüğü bölgedeki siyasi süreçleri etkilemesi açısından faydalı olabilir.

Türkiye ile güçlü ortaklık, Londra’nın dış siyasetinin ana stratejik yönlerinden biri olan Rusya’nın mümkün olduğunca çevrelenmesi açısından hayati önem taşıyor. O halde hem Londra hem de Ankara’nın Ukrayna ile askeri işbirliğini neredeyse eş zamanlı olarak niteliksel olarak yeni bir seviyeye taşıması tesadüf değildir. Dolayısıyla Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ’daki başarısının çeşitli düzeylerde İngiliz çıkarlarına uygun olması oldukça anlaşılabilir bir durumdur. İngiltere, Bakü’ye dolaylı desteğini ifade ederken Ankara’yı neredeyse eş zamanlı olarak destekleyerek, devam eden çatışmayı Türkiye’yi izole etmek ve ‘emperyal hırslarını’ Batı çıkarlarıyla yan yana getirmek için kullanmak isteyen ülkelere (başta Fransa olmak üzere) önemli bir sinyal gönderiyor. Bu aynı zamanda Brexit sonrası Londra ve Brüksel arasındaki ilişki açısından da yorumlanabilir. Londra’nın dış siyasetini AB ile koordine etmek istemediği ve bunun yerine İtalya, Polonya ve muhtemelen Almanya gibi bir dizi stratejik konuda benzer pozisyonları paylaşan ülkelerle uyum sağlamaya çalışacağı zaten aşikar.