İsrail ve Batı, Filistinlileri antisemitik olarak nasıl karalıyor?

Joseph Massad
Middle East Eye
15 Kasım 2023
Çeviri: Erman Çete – @ermancete

Batı’nın ‘nehirden denize Filistin özgür olacak’ sloganından duyduğu dehşet, tarihi Filistin’in tamamında ırk ayrımcılığına ve Yahudi üstünlüğüne son verme çağrısını kasıtlı olarak yanlış okumaktır

7 Ekim’den bu yana İsrail, Yahudi üstünlükçü bir devleti ayakta tutma mücadelesinin hala on binlerce Filistinliyi öldürmesini gerektirdiğini kanıtlamıştır.

Avrupalı Siyonistlerin Filistin’e yerleşmesinden yaklaşık bir buçuk asır sonra ve yerleşimci sömürge yönetimlerini şiddetle kurmalarından 75 yıl sonra, Filistin halkı teslim olmayı reddetti ve tüm gücüyle direnmeye devam etti. Bu da onları İsrail ve Batılı müttefiklerinin gözünde İsrail’in soykırımcı ölüm makinesi için meşru bir hedef haline getirmiştir.

Siyonist liderler acımasız eylemlerini meşrulaştırmak amacıyla sık sık Filistinlileri tanımlamak için ırkçı aforizmalara başvurdular. İsrail’in işlediği suçlardan giderek bıkan Batılı olmayan bir dünyada kurbanlarını yeterince insanlıktan çıkaramayan mevcut liderler, önceki nesil Siyonist fatihler tarafından kullanılan aynı eski bayatlamış ifadelere geri döndüler. Bu tür ifadeler, İsrail’in suçlarından asla bıkmayan batı ülkelerinde her zaman etkili olmuştur.

Binyamin Netanyahu geçtiğimiz günlerde İsrail’in Filistinlilere karşı sürdürdüğü imha savaşını Maniheist bir ‘aydınlığın güçleri ile karanlık güçler, insanlık ile hayvanlık arasındaki savaş’ olarak ilan etti.

Fakat daha önceki tüm ırkçı hilelerinde olduğu gibi, başbakan özgünlükten yoksundur.

Irkçı aforizmalar

Siyonist hareketin Avusturya-Macaristanlı kurucusu Theodor Herzl, 1896’da gelecekteki Yahudi yerleşimci kolonisini ilk kez ‘Avrupa’nın Asya’ya karşı kurduğu surunun bir parçası, barbarlığa karşı medeniyetin bir ileri karakolu’ olarak tanımladı.

Siyonist Örgütün Belaruslu lideri Chaim Weizmann ise 1936’da Filistinlileri ‘yıkım güçleri, çöl güçleri’, Yahudi kolonicileri ise ‘medeniyet ve inşa güçleri’ olarak tanımladı. Daha sonra İsrail’in ilk cumhurbaşkanı olan Weizmann, Siyonistlerin Filistin’i fethini ‘çölün medeniyete karşı eski savaşı, ama biz durdurulmayacağız’ diye tanımladı.

Bu tür soykırımcı ve ırkçı söylemler sadece Siyonizm’e özgü değildir ve aslında tüm sömürgecilere özgüdür. Fransızlar Yeni Kaledonya’yı fethettiklerinde, katliamlardan kurtulan yerli Kanak halkını topraklarını çaldıktan sonra rezervasyonlara yerleştirdiler. Fransa’nın 1878’deki soykırım politikalarına karşı Kanak direnişini ‘medeniyete karşı vahşet’ savaşı olarak tanımladılar.

Britanya 1882’de Mısır’ı işgal ettiğinde, savaşı ‘medeniyet ile barbarlık arasında bir mücadele’ olarak adlandırdı. Sömürge arşivinden benzer tanımlamalarla dolu çok sayıda örnek bulunmaktadır.

Polonya kökenli olan Netanyahu, çağdaş İsrailli liderler arasında ırkçı çıkışlarında yalnız değil. Mevcut Filistin-İsrail savaşının üçüncü gününde, yine Polonya kökenli Savunma Bakanı Yoav Gallant Filistinlileri ‘insansı hayvanlar’ olarak tanımladı. Aynı şekilde Litvanya kökenli eski İsrail Başbakanı Ehud Barak da İsrail’den ‘ormanda bir malikane’ olarak bahsetmiştir.

‘Seküler’ Siyonistlerin Filistin’i fethetmelerini meşrulaştırmak için her zaman kullandıkları dini retorik, İsrail’in resmi çizgisinden asla uzak değildir. İsrail’in Gazze’ye yönelik son kara saldırısı öncesinde Netanyahu sömürgeci birliklerine “Amalek’in [Tevrat’ta İsrailoğullarının kadim düşmanı] size ne yaptığını hatırlayın, diyor Kutsal Kitabımız. Ve biz hatırlıyoruz,” diye tembihliyordu.

Yahudi Tanrısı halkına şöyle buyurmuştu: “Şimdi gidin, Amaleklilere saldırın ve onlara ait her şeyi tamamen yok edin. Onları esirgemeyin; erkekleri ve kadınları, çocukları ve bebekleri, sığırları ve koyunları, develeri ve eşekleri öldürün.” Askeri güçler imha görevine hazırlanırken, Netanyahu bu emri Filistin halkına uyguluyor gibi görünüyordu.

Netanyahu’nun dini telkinleri, sömürgeci Avrupalı Yahudileri Filistin’de yerlileştirmek amacıyla antik İbranilerle ilişkilendiren Siyonist mitin bir parçasıdır.

Ne var ki bu tür Siyonist mitolojiler, dayandıkları Kutsal Kitap anlatısıyla çelişmekte ve ‘Yahudi halkının’ iki bin yıl önce Filistin’de yaşadığı ve buranın tek sakinleri olduğu iddiasını içermektedir. Modern Yahudilerin eski İbranilerin doğrudan ve tek torunları olduğu fantastik bir kurgu olarak varlığını sürdürmektedir. Nitekim Edward W. Said, eski İbranileri Kenan Diyarı’nın fatihleri olarak sunan İncil anlatısıyla çelişen Siyonistlerin Filistin’in her zaman yerli halkı oldukları iddiasına yanıt olarak, bu sahte iddiaların ‘Kenanlı Bir Okuması’ üzerinde ısrarla durmuştur.

‘Antisemitizm’ iftiraları

Siyonist fethin doğasını ve Filistin’deki kanlı tarihini daha da gizlemek için İsrail ve Batı medyasındaki işbirlikçileri, Hamas’ın geçen ayki saldırısının ‘Holokost’tan bu yana’ Yahudilere yönelik en ölümcül saldırı olduğu gibi iğrenç bir iddiayla bizi eğlendirdiler.

İsrail ve Siyonistlerin Filistinlileri antisemit ve Nazi olarak gösterme çabaları sırasıyla 1920’lere ve 1930’lara kadar uzanmaktadır. Bu aşağılık propagandanın amacı, Filistinlilerin sömürgecilik karşıtı mücadelesini antisemitik bir mücadeleye dönüştürerek Batı’nın İsrail’e sempati duymasını sağlamaktır.

İsrail askerlerini ve 7 Ekim’de ölen sivilleri antisemitizmin kurbanları olarak göstermek, İsrail’e ve İsrailli Yahudilere saldıran Filistinlilerin onlara Yahudi olarak değil sömürgeci olarak saldırdıkları gerçeğini gizlemeyi amaçlamaktadır.

İsrail’i ve İsrailli Yahudi yerleşimcileri, sadece Yahudi oldukları için antisemitlerin hedefi olan Avrupalı Yahudilerle bir tutma girişiminin kendisi antisemit olmakla kalmamakta, aynı zamanda İkinci Dünya Savaşı sırasında ölen Yahudilerin anısını, onları İsrail’in Yahudi üstünlükçü yerleşimci sömürgesiyle yanlış bir şekilde ilişkilendirerek zedelemektedir.

Filistinliler İsrail’e Yahudiliği nedeniyle değil, ırksal üstünlüğü ve yerleşimci sömürgeciliği nedeniyle direnmeye devam etmektedir. Filistinlilerin sömürgecileri Hıristiyan, Müslüman ya da Hindu olsalardı onlara direnmeyecekleri ya da sadece Yahudi oldukları için direndikleri ithamı saçma olma riski taşımaktadır.

‘Nehirden denize’

Filistinlilerin topraklarının, geçim kaynaklarının ve yaşamlarının yok edilmesine karşı direnişlerinin antisemitizm olarak karalanması, Filistin yanlısı popüler protesto sloganı olan ‘Nehirden denize’ sloganına karşı son zamanlarda emperyalist ve ırkçı batılı dehşetin habercisidir. Siyonistler Gazze’deki katliamı gözlerden saklamak için bu slogana antisemitizm damgası vurmak üzere bir kampanya yürüttüler.

‘Nehirden denize Filistin özgür olacak’ ifadesi, tarihi Filistin’in tamamının Yahudi üstünlükçü sömürgeci ve ırksal ayrıcalıklardan kurtarılması ve tüm Filistinlilerin özgür olabilmesi için Ürdün Nehri’nden Akdeniz’e kadar İsrail’in tüm ırkçı kurum ve yasalarının yürürlükten kaldırılması gerektiği anlamına gelmektedir.

İsrail’de Filistinli vatandaşlara karşı uygulanan daha yumuşak İsrail apartheid sisteminin bile son bir ay içinde, yerleşimciler ve İsrail ordusu tarafından Filistinlilere yönelik katliamların devam ettiği Batı Şeria’dakine benzer acımasız baskıcı önlemlere dönüşmüş olması, sloganı kötüleyenler için önemsiz görünüyor.

Bu sloganı eleştirenler, özellikle de iki devletli çözümü desteklediklerini iddia edenler, İsrail’in Batı Şeria ve Gazze’yi işgaline karşı olduklarını ısrarla belirtirken, İsrail’deki Yahudi üstünlüğünün yıkılmasına da şiddetle karşı çıkıyorlar.

Bu Siyonist argümanların özünde, Yahudi kimliğinin bugün Yahudi olmayanlar üzerinde Yahudi üstünlüğü kurmaya ve diğer insanların topraklarını sömürgeleştirmeye bağlı olduğu ve bunlardan herhangi birine karşı çıkan herkesin antisemit olduğu iddiası yatmaktadır. Ancak gerçekte antisemitik olan, Siyonist ve İsraillilerin Yahudilere ve Yahudiliğe, Siyonizmin (ancak Yahudiliğin ya da Museviliğin değil) özü olan yerleşimci-sömürgeci ve Yahudi üstünlükçü ideolojiyi yansıtmasıdır.

Bugün İsrail’i savunan Batılı hükümet ve medya konsensüsü, bazıları için şaşırtıcı olsa da, Avrupa sömürgeciliğinin başlangıcından bu yana Avrupalı sömürgecileri destekleyen ve sömürgeleştirilmiş yerli halklara karşı olan Batılı konsensüsten farklı değildir.

19. yüzyılın sevilen Fransız demokratı Alexis de Tocqueville, Cezayir’deki Fransız sömürgeciliği hakkında şunları söylemiştir: “Saygı duyduğum ama aynı fikirde olmadığım insanların hasatları yakmamızı, siloları boşaltmamızı ve nihayet silahsız erkek, kadın ve çocukları ele geçirmemizi yanlış bulduklarını sık sık duydum. Bana göre bunlar üzücü zorunluluklardır, ama Araplara savaş açmak isteyen herkesin boyun eğmek zorunda olduğu zorunluluklardır.”

Liberal ikon John Stuart Mill, ‘despotizmin barbarlarla başa çıkmada meşru bir yönetim biçimi’ olduğunu açıkça ifade etmiştir.

Almanya’nın Namibya’daki Herero halkına yönelik soykırımı sırasında, parlamentoda August Bebel liderliğindeki Alman Sosyal Demokratlar da en az muhafazakâr ve liberal meslektaşları kadar ırkçıydı. Hem muhafazakâr hem de liberal parlamenterlerin Hereroları insanlık dışı ‘canavarlar’ olarak nitelendirmesine karşılık Bebel, Herero halkının mücadelesine sempati duyduğunu ifade etmiş ancak onların medeni olmadıklarını kabul etmiştir: “Onların kültür seviyesi çok düşük, vahşi bir halk olduğunu defalarca vurguladım.”

Hatta 1871 Paris Komünü ayaklanmasının Fransız devleti tarafından bastırılmasından sonra reform yapmaları için Yeni Kaledonya’ya sürgün edilen Fransız komünarlar bile yerli Kanak halkının soykırımına aktif olarak katılmışlardır.

Batı’nın kayıtsızlığı

7 Ekim saldırısının ardından birçok sosyal medya yorumcusu, bazı İsrailli Yahudilerin Gazze toplama kampından üç mil uzakta nasıl bir müzik festivali düzenleyebildiğini merak etti. Diğerleri ise “açık hava ‘doğa partileri’ ya da İsrail’in ormanlık vadileri ve güney çöllerindeki müzik festivallerinin genç İsrailliler arasında popüler bir eğlence olduğunu” açıkladı.

Yakınlarda parti meselesi sadece İsraillilere özgü değildir. Güney Afrika’nın işgali altındaki yerleşimci kolonisi Namibya’da Güney Afrikalı bir başsavcı 1983 yılında, siyah direnişin aktif olduğu ‘operasyonel bölgede neler olup bittiğine dair beyaz halkın en ufak bir fikri olmadığını’ ifade etmiştir. “Güneydeki beyazlar,” diyordu, “partiler vermeye devam ediyor.”

Namibya mücadelesinin tarihçileri, ‘evlerinden beş mil ötedeki siyah banliyölerdeki isyanı görmezden gelmeye alışkın oldukları için, bölgedeki beyazların’ yakınlardaki ‘tahribatı’ görmezden gelmelerinin küçük bir mucize olduğunu açıkladılar. 

Bugün Batı’nın Filistin karşıtı aşağılık konsensüsüyle ilgili dikkat çekici olan şey, daha önce İsrail yanlısı savunuculuğun temel dayanağı olan Batı akademisinin son 40 yılda İsrail’in tüm temel Siyonist iddialarını çürütmüş olmasıdır: Filistinlilerin toprakları üzerindeki iddialarından başlayarak, efendi-ırk ‘demokrasisinin’ herkes için geçerli olduğu iddialarına kadar. Fakat bunların hiçbirinin batılı hükümetler ya da ana akım medyanın İsrail ya da Filistinlilere yönelik temsilleri üzerinde herhangi bir etkisi olmadı.

Fanatik İsrail yanlısı Siyonistlerin yanı sıra, 1970’lerden beri görüşleri itibarsızlaştırılmış olan Bernard Lewis ve 11 Eylül’den sonra diğerleri de dahil olmak üzere, hükümetlerin ve medyanın uzman ve danışmanları olarak itibarsız Oryantalistlere güvenmeye devam edilmesi, Batılı siyasi gücün beyaz üstünlüğüne olan kararlı bağlılığını göstermektedir. Emperyal girişimlere yardımcı olmak için yalnızca Oryantalist Siyonizm ile Arap ve Müslüman karşıtı ırkçılığın aranacağında ısrar etmektedir.

Bu taahhüdün açıkça gösterdiği şey, yalnızca imparatorluğu ve beyaz üstünlüğünü destekleyen Batılı akademik bilginin emperyal girişimleri desteklemek için işe alındığı, emperyal hedeflerden uzaklaşabilecek her şeyin ise şaşırtıcı olmayan bir şekilde ilgisiz kabul edildiği veya agresif bir şekilde reddedildiği ve sansürlendiğidir.

Dünyamız, ABD ve Batı Avrupa’nın başını çektiği beyaz üstünlüğü güçleri ile onların beyaz olmayan kurbanları arasında her zamankinden daha fazla bölünmüş durumda. İsrail’in Gazze’de devam eden soykırıma varan savaş suçları, Asya’daki son yerleşimci kolonisinde beyaz Avrupa üstünlüğünü korumaya yönelik uzun bir sömürgeci vahşet tarihinin yalnızca son halkasıdır.

Fakat beyaz üstünlükçülerin kabul etmeyi reddettiği şey, Filistin halkının, apartheid ve Yahudi üstünlükçü rejimi nehirden denize kadar yenilgiye uğratılana kadar İsrail’e direnmekten vazgeçmeyeceğidir.