Birçok gazete ve araştırma merkezinde Suudi Arabistan ile ilgili çalışmaları yayınlanan Lübnanlı gazeteci ve Suudi Arabistan uzmanı Ali Murad ile uzun uzun bu Krallığı, kuruluş sürecini, Vehhabilikle tarihsel ittifakını, bölgedeki rolünü, İngilizler ile başlayan ve Amerikalılarla devam eden stratejik ittifaklarını ve krallığa hazırlanan ilk torun Muhammed b. Selman ile birlikte geleceği konuştuk.

Bölgede her denklemin, krizin, savaşın ve oyunun içinde var olan ve son dönemde sıkça adını duyduğumuz bir Körfez Krallığı: Suudi Arabistan. Yeni bir döneme giren Suudi Arabistan Krallığının özellikle Arap Baharı sürecinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren ve etkileyen Suriye’deki süreçte de çok ciddi rolü vardı. Suudi Arabistan tarihi boyunca, sömürgeci ve emperyalist güçlerle kurduğu ilişkiler ve İsrail ile bugün alenileştirilen ve normalleştirilen tarihi bağlarıyla  her zaman bölgedeki halklara ve Filistin davasına karşı bir yerde durdu.

Birçok gazete ve araştırma merkezinde Suudi Arabistan ile ilgili çalışmaları yayınlanan Lübnanlı gazeteci ve Suudi Arabistan uzmanı Ali Murad ile uzun uzun bu Krallığı, kuruluş sürecini, Vehhabilikle tarihsel ittifakını, bölgedeki rolünü, İngilizler ile başlayan ve Amerikalılarla devam eden stratejik ittifaklarını ve krallığa hazırlanan ilk torun Muhammed b. Selman ile birlikte geleceği konuştuk. 

(Bir sonraki bölüm: Suudi Arabistan Krallığının ABD ile kurduğu stratejik ittifak, bunun Filistin Davasına etkileri ve bölgeye yansımaları)

Hasan Sivri: Bölgede her denklemin, krizin, savaşın ve oyunun içinde var olan ve son dönemde sıkça adını duyduğumuz bir Körfez Krallığı var: Suudi Arabistan. Yeni bir döneme giren Suudi Arabistan Krallığının Özellikle Arap Baharı sürecinde Türkiye’yi yakından ilgilendiren ve etkileyen Suriye’deki süreçte de çok ciddi rolü vardı. Tarihi boyunca bölgede sömürgeci ve emperyalist güçlerle kurduğu ilişkiler ve İsrail ile bugün alenileştirilen ve normalleştirilen tarihi bağlarla  her zaman bölgedeki halklara ve Filistin davasına karşı bir yerde durdu. Bu Krallığı anlamaya dair, kuruluştan bahsederek başlayalım. 

Ali Murad: Suudi Arabistan 20. yüzyıl başlarında kurulmaya başladı. 1902’de Abdülaziz Abdurrahman el-Suud dedelerinin ‘ihtişamını’ yeniden getirmek istedi. 1. Suud Krallığı 1760-1770  yıllarında Muhammed b. Suud eliyle şekillenmeye başlamıştı. Bu Krallık 1815’lere kadar, Osmanlı Sultanının talebiyle Muhammed Ali Paşa’nın askerleri bölgeye gelip Krallığı yıkana kadar ayakta kaldı. Daha sonra 1825’te 2. Krallık kuruldu. 1. Krallığın kurulduğu bölgeleri geri aldı. 2. Krallık Necd bölgesi ve Katif kentinin yer aldığı doğu Arabistan’ı aldıktan sonra oradan Hicaz bölgesine yöneldi ve genişledi. Suudi Arabistan’da genişleme ve yayılma fikri uzun zamandan beri vardır.

1. Krallıkta siyaseti ve yönetimi temsil eden aile olan Suud hanedanı ile Vehhabiliğin kurucusu Muhammed b. Abdulvahhab arasında bir ittifak vardı. 2. Krallıkta bu ittifak çocuklarla devam etti. 2. Krallıkta Abdulvahhab’ın çocukları vardı. Siyasi işleri yöneten aile ile dini işleri idare eden aile olarak yeniden ittifak kurdular. 2. Krallığa Turki b. Abdallah liderlik ediyordu. Turki b. Abdullah, Abdülaziz el-Suud’un (şimdiki Krallığın kurucusu) dedesidir.

Arabistan’da şimdilerde de Turki ismi var. Bu isim ile Türklük arasında bir bağ var mı? Neden Türk anlamına gelen Turki ismi kullanılıyor? 

Prensler arasında Turki ismi çokça yaygındır. Arap yarımadasındaki kabilelerde uzun zamandan beri bu isim mevcuttur. Böyle bir gelenek var. 2. Krallık, 19. yüzyıl sonlarında ortadan kaldırıldı. Suud ailesi Kuveyt’e gittiler, oraya sığındılar ve sığınmacı/mülteci oldular. Kuveyt emiri Sabah onları kabul etti. Emir Sabah onlara yardım etti, onları finanse etti ve İngilizlerle iletişimini sağladı. Suud ailesi Arabistan’a geri döndü ve 1902’de tekrar hücum ederek Riyad’ı aldılar. Operasyonu Abdülaziz yönetti. Yanında sadece 25 kişi vardı ve Riyad’a sızarak bir operasyon yaptılar. Yanında amca çocukları ve kardeşleri vardı. Riyad’ın valiliğini yapan ve el-Reşid ailesine bağlı olan valinin hücresine sızdılar. Reşid ailesi Hael Emirliğini yönetiyordu. Bu Emirlik Osmanlı’ya bağlıydı. Abdülaziz operasyonda Reşid ailesinden olan Riyad valisini/emirini öldürdü.

Evlilik ile Yenilenen Suudi-Vehhabi İttifakı 

Vehhabiler, bu operasyondan sonra Abdülaziz’in Suud devletinin ihtişamını yeniden getirebileceğini düşündü. Vehhabiler Abdülaziz ile bir araya geldi ve ona dedesi Muhammed b. Suud’un, Muhammed b. Abdulvahhab ile yaptığı ittifakı ihya etmeyi önerdiler. Abdülaziz, Muhammad b. Abdulvahhab’ın torunu Şeyh Abdüllatif el-Şeyh’in kızı ile evlendi, ittifak ilanı bu evlilikle yapılmış oldu ve bu evlilik ona bir çocuk verdi. Bu çocuk daha sonra Kral olan Faysal idi (1964-1974 yılları arasında hükmetti, suikast ile öldürüldü).  Vehhabi Şeyh Abdüllatif verdiği fetvalarla sonradan kurulacak orduya cihat için asker çağrıları yaptı. Şeyh Abdüllatif, Abdülaziz’in düşmanlarını ve özellikle Osmanlı’ya bağlılık bildirmiş olan Hicaz eşrafını tekfir ederek Abdülaziz’e destek vermiştir. Abdülaziz’in düşmanlarını kâfir ilan edip tekfir etmek Abdülaziz’e kolaylık sağladı.

Riyad’ı aldıktan sonra, bir önceki yüzyılda 2. Krallık zamanında Suud ailesine biat eden tüm kabileler Abdülaziz’e biat ederek Suud ailesine bağlılıklarını yenilediler. Abdülaziz, din faktörünü yeniden devreye sokup din adamlarını görevlendirdi ve onlara kabilelerde ve kontrol ettiği bölgede Vehhabi fikriyatını yayma talimatını verdi. Siyasi işleri yönetenler ile din kurumun temsilcilerinin ittifakı Abdülaziz’in girişimiyle yenilendi fakat önceki krallıklardan farklı olarak bu sefer siyasetçilerin, yani el-Suud ailesinin, dini şahsiyetler üzerinde hakimiyeti vardı.

Abdülaziz, Abdulvahhab’ın torunlarına, müftülere görev verdi. Kabilelere, ordu kurulması yolunda tebliğ yapacaklardı. Abdulvahhab’ın torunları, Vehhabi ağının temsilcileri ordu kurulması yolunda tebliğ aracı oldular. İtikadi bir ordu: “Allah Yolunda Hicret Ordusu.” Kutsal topraklarda aynı isimli ordular hep vardı. 1912 yılında buna dayanarak “Allah Yolunda Hicret Operasyonunu” başlattılar. Kabilelere gidip “Kutsal topraklarda kâfirler var, Arap Yarımadasını özgürleştireceğiz Allah yolunda cihada katılmalısınız” şeklinde dini tebliğler yapıldı. Vehhabi şeyhler misal Mteyra, Uteyba kabilelerine gidip bu tebliği yapmaya başladı. IŞİD’in geçmiş yıllarda yaptığı gibi dini dersler ve askerliğe hazırlar gibi askeri eğitimler veriliyordu. 1912-1926 yılları arasında yaklaşık 200 hicret olayı gerçekleşti. Bu hicret sürecinde Vehhabi şeyhler, Vehhabilik fikrini kabilelerin çocukları arasında yayıyor ve Abdulvahhab’ın kitabını dağıtıyordu. Binlerce kabile ve bedevi genci bu hicret süreçlerinde Abdülaziz saflarına katılıyordu.

İngilizlerin o dönemde Kuveyt’teki temsilcisi Harold Dickson anılarında 1920 yılını işaret ederek, hicret sonrasında Allah Yolunda Hicret Ordusunun 300 bin üyeye ulaştığını yazar. Bu 300 bin kişiye şu isim verilmişti. İhvan Man Ta’allah: Allah’a İtaat Eden Kardeşler. İhvan Ordusu, Hicaz alınırken sayı olarak zirveye ulaştı. Abdülaziz, Katif ve Arabistan’ın doğu bölgelerini alırken bu ordudan yararlandığı gibi Hicaz bu ordu sayesinde alındı. Tabii İngilizlerin desteğini de alıyorlardı. İngilizlerin arşivlerine bakarsak, İngilizlerin Abdülaziz’e silah ve para desteği verdiğini açıkça görürüz. Abdülaziz kabilelere hükmetmek ve Arap Yarımadasındaki bazı bölgeleri kontrol altına almak için dini şahsiyetleri kullanıyordu ve etkisi giderek genişliyordu. İngilizler ise Abdülaziz’e bir sınır koydu. Abdülaziz’in Katar, Emirlikler, Umman veya Bahreyn’e yaklaşmasına izin vermediler.

1915 Darin Anlaşması: İngilizlere Bağlılık

1902-1929 yılları başlangıcında İngilizler ile Osmanlılar arasında Körfez bölgesinde sert bir rekabet vardı. Hicaz büyükleri ve Riyad’ı yöneten Reşid ailesi Osmanlı’ya bağlılık bildirmişti. Reşid ailesi bu bağlılık altında yönetiyordu. İngilizler ise İran bölgesinden ve Basra’dan Osmanlı nüfuzunun olduğu bölgeye, Körfez bölgesine giriş yapmak istiyordu. Abdülaziz’in gücü olduğunu, asker topladığını, kabileler arasında etkili olup onların çocuklarını bedevi hayatından alıp askeri birliklere ‘hicret’ ettirerek kattığını görünce Abdülaziz ile İngilizler arasında iletişim kuruldu. 1912’de ‘hicret’, yani bedevilerin çadır hayatından çıkarılıp cihad için dini ve askeri eğitimlerden kent hayatına sokulduğu hicretler zirve yapmıştı. Bu hicretler sayesinde 1913 yılında Katif bölgesini kontrol altına alabildi. Bu dönemde İngilizlerden altın, silah ve tüfek desteği almaya başladı.

1915’te ise İngilizlerle Darin anlaşmasını imzaladı. Bu anlaşma, Abdülaziz’in İngilizlerle ilişkisinin temellerinden biridir. Abdülaziz burada İngilizlere bağlılık bildirdi. İngilizler Abdülaziz’in kontrol ettiği bölgelerde sultanlığını tanıdılar. Karşılığında Abdülaziz el-Suud Sultanlığı, Osmanlı’ya bağlılık bildirmiş olan Reşid Ailesi ve emirliğine darbe vuracaktı. İngilizler o anlaşmadan sonra Abdülaziz’e William Şekspir isminde savaşları ve askeri hamleleri planlayan bir subay gönderdiler. Çatışmalar 1919 yılına kadar sürdü. Şekspir, Osmanlı’ya bağlı kalmış olan Reşid ailesi ile 1918-1919 yıllarında süren çatışmalarda öldü. Abdülaziz İngilizlerle ilişkileri ve yazışmaları İngilizlerin Körfez’deki temsilcisi ve o zaman İran’da olan Barsy Coks üzerinden devam ettirdi.

Abdülaziz’in Katar, Bahreyn, Kuveyt ve Umman’a yaklaşmasına neden izin vermediler? Neyi hedefliyordu İngilizler?

Bu sömürgecilerin bir politikasıdır. Her zaman alternatif nüfuz alanları yaratırlar. Evet Suudi Arabistan en büyük güç olsun istendi ama İngilizler Körfez emirlik ve krallıklarına tek bir gücün hâkim olmasını istemediler. Herhangi bir gücün bu emirlik ve krallıklarda tek başına kontrol sağlamaya çalışmasına da izin yoktu. Buradaki yönetimler her zaman İngilizlerin himayesi altındaydı. Bunu nereden biliyoruz? 1926 yılında Abdülaziz’in İtikad Ordusunda ihtilaflar ve isyanlar başladı. Vehhabilik ve yayılmacılık fikirleri bu ordu içinde iyice güçlendi. Ordunun öne çıkan komutanları arasında Faysal el-Duveyş Abdülaziz’e karşı isyanın liderliğini yapıyordu. Ordu içinde ‘’Allah yolunca cihad etmeye devam etmeli, durmamalıyız” fikri güçleniyor ve Abdülaziz’in, İngiliz kontrolü altında olduğu fotoğrafı belirginleşiyordu. İnanç ve ideolojilerine göre İngiltere küfür devletini temsil ediyordu. İsyancıların Kuveyt, Katar, Bahreyn ve Umman’ı alarak cihadı tamamlama projeleri vardı. Aynı şekilde Irak ve Ürdün de bu projenin kapsamındaydı. 1927 ve 1928’de Irak ve Ürdün’e ‘gazveler’ yaptılar.

İngiltere burada varlığını, çıkarlarını ve politikalarını tehdit eden tehlikeler olduğunu görmeye başladı. Abdülaziz’den bu fikirlere sahip olanları ortadan kaldırmasını talep etti. İngilizler hava saldırıları ile bombalarken Abdülaziz de kara ordusu ile ilerleyerek isyancılarla savaştı. İhvan ordusunun bir kısmı Abdülaziz ile hareket etti. Abdülaziz, ikna ettiği bir kısım İhvancılar ve kentlerde topladığı savaşçılar ile hareket etmeye başladı. Tarih, İngiliz savaş uçaklarının isyancı İhvan ordusu aleyhinde katliamlar yaptığını yazar. 1929’daki el-Sebla savaşında Abdülaziz isyan eden ‘’Allah’a İtaat Eden Kardeşler (İhvan)” ordusunu ortadan kaldırdı.

Netleştirmek adına soruyorum, bu İhvan Ordusunun 1928’de Hasan el-Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler (İhvan) ile ilgisi var mıydı? Veya iki hareket arasında herhangi bir etkileşim oldu mu? 

İhvan isimlendirmesinin, İhvan Ordusu ile bir ilgisi yok. Hasan el-Benna’nın kurduğu İhvan: İhvan el-Müslimin idi. Abdülaziz’in ordusu ise: İhvan Men Ata’ Allah. Abdülaziz’in İhvan’ının Selefi bir akidesi var. Hasan el-Benna’nın kurduğu Müslüman Kardeşler ile hiçbir ilişkisi ve ilgisi yoktu. Hasan el-Benna’nın isim verirken bu ordudan ilham aldığı ihtimali de çok uzak. O dönemde Allah’a İtaat Eden Kardeşler Ordusunun pek iyi bir ünü de bulunmuyordu.

Burada şu notu ekleyelim: Hasan el-Benna bu hareketi kurduktan sonra Suudi Arabistan’a ziyaretler gerçekleştirmeye başladı. Hac ziyaretleri oldu. Bu ziyaretlerle Abdülaziz ile tanışma fırsatı buldu ve bu tanışıklık daha sonra dostluğa döndü. Araları iyiydi. Abdülaziz sonraki senelerde Hasan el-Benna’yı daha kalabalık bir kitle ile hacca davet etti. Bu kitle çok iyi karşılandı fakat sonraki yıllarda Hasan el-Benna’nın rakip bir sese sahip olduğunu farkedince ondan uzaklaştı. Abdülaziz’in 1953’te vefat etmeden önce çocuklarını Müslüman Kardeşler örgütü ve bu örgütün kendileri için gelecekte bir tehdit oluşturabileceği konusunda uyardığı söylenir. Abdülaziz’in çocukları Suud ve Faysal, Abdülnasır ile girdikleri rekabetten dolayı Müslüman Kardeşleri ülkelerine kabul ettiler. Abdülnasır’ın sert bir savaşa girdiği İhvan-ı Müslimin, Suudilere sığınabildi. İhvan burada okullar medreseler açabildi ve hareket alanı yakaladı.

Suud Ailesi Osmanlı’ya Karşı İntikam Duygusu ile Yaşadı

İngiltere ile Osmanlı’ya karşı işbirliği mevzusu açık ve doğru. Hicaz bölgesindeki Şerif el-Hüseyin b. Ali’nin İngilizlerle yazışmaları biliniyor. İngilizlerin Kahire’deki temsilcisi, Şerif el-Hüseyin ile iletişim halindeydi. İngilizlerle Osmanlı’ya karşı gizli bir anlaşma yapıldı. İngilizler, Şerif el-Hüseyin’e Hicaz bölgesini yönetmede biraz daha fazla özgürlük vaat ediyordu. Abdülaziz’in dedesi Faysal, Osmanlı arşivlerinde yer alan yazışmalara göre, kendisini İstanbul’daki Bab-ı Âli’ye hizmetçi olarak görüyordu. Faysal her zaman “Ben hilafete itaat ediyorum” mesajı gönderiyordu.

20. yüzyılın başlarına gelindiğinde İngilizlerle iletişim başladı. 2. Krallık yıkıldıktan sonra Kuveyt’e sığınan Suud ailesi ile İngilizlerin iletişimini Kuveyt Emiri Sabah sağladı. Kuveyt, 1899 yılında İngilizlerle dostluk anlaşması yapmıştı. Abdülaziz ile İngilizler arasındaki işbirliği, Osmanlı’ya karşı bir anlaşmaya varana kadar gelişti. Abdülaziz el-Suud, hilafetin sona erdirilmesine dair bir çağrı yaptı. Abdülaziz ayrıca Osmanlı imparatorluğuna karşı intikam duygusu taşıyordu. Çünkü 1816’da Muhammad Ali Paşa’nın askerleri Suud Krallığına karşı harekete geçmiş ve Suud prenslerinden Abdullah b. Suud ve yanında 4-5 prensi İstanbul’a teslim etmişti. Bu prenslerin İstanbul’da idam edildiği, başlarının kesildiği ve başlarının bir topa konulup havan topu gibi fırlatıldığı anlatılır.

Abdullah b. Suud’un ninesi de idam edildikten sonra İstanbul’un girişinde bir yerde üç gün boyunca asılı bırakıldı ve cesedin üzerinde ‘’Osmanlı hilafetine ihanet edenlerin cezasıdır” yazısı asıldı. Suudiler bunu hiç unutmadı ve her zaman intikam duygusu ile yaşadılar. Hilafetten intikam almak istiyorlardı. İngilizlerle el sıkıştılar ve onlarla iş yaptılar. Abdülaziz ve Barsy C. arasındaki yazışmalara göre Suud ailesi buna hazırdı. Barsy C. İngilizlerin Körfez’deki valisiydi. Aralarındaki yazışmalarda çok açık görülüyor ki Abdülaziz, İngilizlerin çıkarına olabilecek her şeyi yapmaya hazırdı. Karşılığında ise Osmanlı’ya karşı savaşta ve Arap Yarımadasına hakim olma yolunda kendisine destek verilmesini istiyordu.

1929’da Abdülaziz gidişatı kontrol altına alıp isyancı “İhvan” ordusunu ortadan kaldırdıktan sonra 1932 yılında Suudi Arabistan Krallığını ilan etti. 1932’den önce ismi Necd ve Hicaz Sultanlığı olan bir yönetim vardı. Sultanlığını yine Abdülaziz yapıyordu. Sultanlık, 1932 yılında petrol keşfinden önceki dönemde çok fakirdi ve İngilizlerin gönderdiği yardımlar, silahlar ve altınlarla ayakta kalabiliyordu. 1935 yılında bölgeye Amerikalılar gelmeye başladı.  Amerikalılar petrol arama çalışmaları için ayrıcalıklara sahip olmak istiyorlardı. Çalışmalardan sonra ilk kuyuyu Dammam bölgesinde 1937’de açtılar. Daha sonra ARAMCO olarak ismi değişecek olan Oil of California şirketi ilk kuyuyu açtıktan sonra Abdülaziz’in Amerikalılarla ilişkisi gelişmeye başladı. İngilizlerle ilişkiler sürerken Amerikalılar ile ittifak, 1945 yılının 15 Şubat’ında zirveye çıktı ve Suudi Kralı Abdülaziz Amerikan Başkanı Roosevelt ile bir araya geldi. İkinci Dünya Savaşı sırasında Abdülaziz, Amerika ve müttefiklere petrol veriyordu. Abdülaziz’in pozisyonu açıktı, Nazi Almanyasına ve Japonya’ya karşı İngilizlerin ve müttefiklerin yanındaydı. Bir Amerikan savaş gemisi üzerinde gerçekleşen görüşmede bir anlaşmaya imza atıldı. Buna müttefiklik anlaşması deseler de pratikte bağlılığı İngilizlerden Amerikalılara taşıyan bir anlaşmaydı: Petrol karşılığında Amerikan himayesi. Yani petrol karşılığında güvenlik.

Neden himaye istiyordu? 

Tehlike altında olduğunu düşünüyordu. İngilizler, Hicaz’dan çıkan Şerif Hüseyin’in ailesine Irak ve Ürdün’de birer krallık verdiler; Faysal ve Abdullah’a, Şerif Hüseyin’in çocuklarına. Faysal Irak’ın krallığını yaparken Abdullah da Ürdün kralı oldu. Ürdün takriben 1937’de inşa edildi. İngiliz kraliyet komitesi Filistin’in taksim edilmesine ve bugünkü sınırlarıyla Ürdün’ün kurulmasına karar verdi. Abdülaziz, Şerif Hüseyin’in çocuklarının kendisine komşu ülkeleri olmasını istemiyordu. Abdülaziz, İngilizlerin kendisinin bölgedeki ‘tek müttefik’ olarak görmediğini düşünüyordu. İngilizlerin her zaman ikinci bir seçeneği olduğu düşüncesini taşıyordu. Şerif Hüseyin’in çocuklarına krallık verilmesine razı değildi. Abdullah b. Hüseyin 1927 başlarında Hicaz bölgesinde Abdülaziz’e karşı ‘devrimi’ destekliyordu. Ibn Rafada isminde bir şahsın başlattığı İbn Rafada ayaklanması sürüyordu. Bu kişi Abdullah’tan destek alıyordu. Hicaz’da darbe yaparak yönetimi almak istiyordu. Mekke ve Medine’deki kutsal mekânlar üzerinden de bir rekabet vardı. Bu mekânlar bir güç aracıydı aynı zamanda.  Abdülaziz bu devrimi de bastırmayı başardı. Sonuç olarak Abdülaziz el-Suud, Kral Abdullah ve kardeşi Kral Faysal’ı her zaman bir tehlike olarak görüyordu.

Bu röportaj ilk olarak medyasafak.net sitesinde yayınlanmıştır.