Hizbullah’ın Lübnan İç Siyasetindeki Rolüne Soldan Bir Eleştiri: HİZBULLAH LÜBNAN’DAKİ ÇÖKÜŞÜN NERESİNDE DURUYOR?

Emir AŞNAS*@asnasemir

Marbuta Haber’de Türkiye’de pek yaygın olmayan bir bakış açısıyla Lübnan’ı anlamaya çalışmak kapsamında 2021 Martında Prof. Safiye Saade’nin kısa ama önemli bir makalesini çevirmiştik.

Lübnan’ın devlet olarak ortaya çıkışının nedenlerini ve geçirdiği aşamaları irdeleyen makale “Büyük Lübnan”ın İşlevi: Başlangıcı ve Sonu” başlığını taşıyordu.

Ardından aynı anlayışla 2021 Nisanında da Lübnanlı gazeteci Ali Mourad ile Lübnan’daki mevcut ekonomik kriz ve sebepleri üzerine yaptığımız bir röportajı yayınlamıştık.

Bu kez yine Lübnan’ı anlamak çabası kapsamında Prof. As’ad Abukhalil’in Hizbullah’ın Lübnan devletinin/sisteminin içindeki konumuna ve Lübnanlıların çöküş olarak isimlendirdikleri bugünkü krizdeki rolüne dair 2021 Eylülünde yayımlanan makalesini çevirdik.

Zira yalnızca Lübnan’da değil bölgede en büyük siyasi ve askeri aktörlerden birisi haline gelmiş olan Hizbullah’ı, konumunu, ittifaklarını, sorunlarını vs. anlamadan Lübnan’ı da bölgeyi de anlamanın çok mümkün olmadığına inanıyoruz. Tabii bizim bu mütevazı çabalarımızdan çok daha kapsamlı ve nitelikli çalışmalara ihtiyaç olduğu tartışmasızdır. Bu anlayışla, Lübnan ile ilişkili olarak Türkiye’de de Hizbullah’ın (ve dayandığı taifenin) ihmal edilmediği ve irdelendiği güncel akademik çalışmaların yayımlanması tabii ki önemlidir.

Öte yandan, makalenin temel konusu olan Hizbullah’ın Lübnan devletinin/yönetiminin bir parçası olması ve özellikle bakanlar kurulunda kendisini temsil eden bakanlarının olması meselesi yeni tartışılan bir konu değil. Hizbullah’ın gerek kendi içinde gerek çeperinde ve müttefikleri arasında yıllardır tartışılan bir konu. Hizbullah’ın “sistem içine” girmesine karşı çıkanlar, bunun partinin gündelik tartışmaların içine çekilmesine ve bir direniş örgütü olarak yıpranmasına yol açacağını, esasen sistem içerisine girerek mevcut sistemi değiştirme imkânının da çok sınırlı olacağını belirtiyorlardı. Karşı görüşte olanlar ise, sistem içine girmenin (parlamentoda etkili bir konumda olmanın ve hükümette temsil edilmenin) bir anlamda “taifeler/mezhepler federasyonu” olan Lübnan’da diğer taifelerin de Direnişi benimsemesine ve desteklemesine, bir diğer ifadeyle Direnişin Lübnan içinde meşruiyetinin artmasına katkıda bulunacağı gibi hukuki koruma açısından daha avantajlı bir konuma ulaştıracağını ileri sürüyorlardı.

Aslında kuruluşundan beri dış dinamiklerin çok etkili ve hattâ belirleyici olduğu Lübnan’ın bugün ekonomik olarak neredeyse iflas etmiş bir devlet haline getirilmesinin de etkisiyle bahsettiğimiz tartışmanın şiddetlendiği ve muhtemelen daha da şiddetleneceği anlaşılıyor. İşte Abukhalil’in aşağıdaki makalesi bu açıdan daha da önem kazanıyor.

Tabii makaleyi okurken As’ad Abukhalil’in Lübnan’da “sivri diliyle” bilinen bir yazar ve akademisyen olduğunu hatırda tutmak lazım. Ayrıca, çok fazla bağlaç kullanmaksızın biraz serbest tarzda ve dağınık yazmayı sevdiğini de eklemeliyiz. Yine yazar Ortadoğu’daki birçok solcu gibi, ülke veya devlet anlamında “İsrail” kelimesini kullanmamayı, kullanmak zorunda kaldığında ise tırnak içerisine almayı tercih ediyor, genellikle de Düşman diyor. Bu nedenle yazarın İsrail’i kastettiği “Düşman” kelimelerini büyük harfle başlattık.

Ayrıca, makale doğrudan Lübnanlılara (ve Araplara) hitaben yazıldığından, Türk okuyucu için bazı açıklamalar yapılmak durumundaydı. Bunları makalenin sonuna ekledik.


HİZBULLAH LÜBNAN’DAKİ ÇÖKÜŞÜN NERESİNDE DURUYOR?

AS’AD ABUKHALIL(1)@asadabukhalil

Çeviren @AsnasEmir

Hizbullah’ı, kısa sürede dinmeyen ayaklanmanın patlak verdiği dönemdeki Lübnan krizine dair tutumları hakkında siyasi bir analize tabi tutmadan önce, partinin doktrinini ve politikalarını siyasi ideoloji ölçütleri açısından değerlendirmeksizin bakarsak partiyi solda mı yoksa sağda mı saymamız gerekir? Lübnan gibi, Refik Hariri’nin (parayla, başka bir şeyle değil yalnızca parayla) mahvetmesinden bu yana siyasi kültürü zedelenen bir ülkede bu sınıflandırmayı yapmak çok zor. Sağ ve sol diye bir şey olmadığına, siyasi görüşler ve hattâ sınıflar arasında farklılık olmadığına ikna olmuş bir nesil var artık: Muhammed bin Selman’ın gazetesi Şarkul Avsat (2), bir hafta önce Lübnan’da halkın çektiği sıkıntılar hakkında bir araştırma yapmış ve Lübnan’da yalnız yoksulların değil zenginlerin de acı çektiği sonucuna varmıştı. Yani Riyad Salame(3) ve dostlarının sıkıntısı, örneğin Akkar’ın(4) yoksullarının çektikleri eziyet gibiymiş.

Ülkemizde solun tanımı, en kestirme yolla söylersek, dış politikadaki tutum ile iç siyasetteki bir tutum arasındaki bağlantıya dayanır.

Sosyal adalet ve kapitalizmle mücadele (yıkıp değiştirme yönünde çalışma) yanlısı belirli ve sağlam bir tutum ile büyük şirketlerin çıkarlarının, Batı sömürgeciliğinin ve “İsrail”in tarafındaki bölgesel-küresel ittifaka karşı koymaya dair bir tutumun uyumlaştırılmasını yapmayan bir  örgütün Arap dünyasında sol hareket olarak nitelendirilemeyeceği söylenebilir. Örneğin, Irak Komünist Partisi her iki ölçüt açısından da başarısızdır: bu parti Amerikan işgal güçlerinin tamamlayıcı bir parçası olduğu gibi özelleştirmede, açgözlü bir kapitalizmde ve yoksulların haklarına saldırıda radikal bir tavır gösteren Bremer Konseyinde(5) de temsil edilmişti.

Öte yandan, Hizbullah değerlendirilirken yıllar içinde geçirdiği muazzam dönüşümler de hesaba katılmalıdır. Subhi al-Tufeyli’nin(6) başında olduğu yıllarda parti, Hristiyanlara ve Yahudilere –Yahudiliklerinden ötürü- aleni bir şekilde düşmandı. Bu nedenle Hizbullah’ın düşmanları, kamuoyunu partiye karşı kışkırtmak için parti liderlerinin eski kliplerini gündeme getirmeye çalışırlardı. Ancak (gerek Suud Hanedanının gerek Batının istihbaratının ve bunlara bağlı 14 Mart’ın(7) iyi bildiği, buna karşılık partinin ve müttefiklerinin oynamasını iyi bilmediği) bu oyun yeniden geri gelebilir. Onun için örneğin 14 Mart’ın tüm yöneticilerinin Suriye Rejimini, Direnişi ve İran’ı öven konuşmalarını ve açıklamalarını yeniden gündeme getirsek nasıl olur?

Şüphesiz parti, Hasan Nasrallah döneminde değişime uğradı, ekonomi konusundaki pozisyonu ise çok az değişti.

Parti, kendisini tehdit eden güvenlik tehlikelerine kafayı takma hakkına sahiptir. Zira Lübnan tarihinde daha önce hiçbir Lübnan partisi, Arap rejimlerini, Batılı ülkeleri ve “İsrail”i içeren küresel bir koalisyon tarafından ilan edilmiş böylesine yıkıcı bir savaşa maruz kalmamıştı. Bunun bir benzeri hiç olmadı. Elbette bunun nedeni, partinin 1948’de devletin kuruluşundan bu yana Maşrikte(8) Siyonizm’in çıkarları için en büyük tehdidi oluşturmasıdır. Örneğin, Düşmanın ve Amerikan yönetiminin Canbolat’a(9) veya Tevfik Sultan’a(10) ya da en ihtişamlı döneminde dahi Lübnan Ulusal Hareketi yöneticilerine karşı savaş başlattığını ve yaptırım uyguladığını hatırlayan herhangi bir kimse var mı? Kesinlikle hayır! Suudi ve BAE medya aygıtının bir propaganda ürünü olarak Hizbullah’ın “İsrail” için oluşturduğu tehdidi küçük gösterme çabalarına karşın, Düşmanın tüm raporları ve araştırma merkezlerinin konferansları, Hizbullah’ın onun için en büyük tehlikeyi oluşturduğunu kabul etmesi gerçeğini ortaya koymaktadır. Hiç bugüne kadar bir Lübnan partisinin veya bir Filistin örgütünün, Düşmanı caydıracak seviye ulaşan muharebe gücüne (sadece silahlanma değil) ulaştığı görüldü mü? Hayır. 1948’den bu yana Arap orduları bile “İsrail”i caydırma aşamasına ulaşmadı. Tüm bu nedenlerin yanı sıra 1948’den beri olduğu gibi bugün de “İsrail”in Lübnan’da kendisiyle müttefik olan, pozisyonlarını destekleyen ve düşmanlarına karşı kampanyalar yürüten geniş bir gruba sahip olması nedeniyle, Hizbullah askeri güvenlik endişesini diğer her şeyin önüne koyuyor.

Hizbullah solcu bir parti olarak başlamadı ve solcu bir parti olmadı da. Parti, o dönemde emperyalizme karşı uluslararası ittifak fikrini benimsemediği için dış politikada bile sağcı bir parti olarak başladı ve bu düşünce partinin siyasi programına ancak 2009 yılında resmen girdi. Parti, başlangıç döneminde mustaz’aflardan (ezilenlerden)  bahsediyordu, ancak kimliği, o döneme damgasını vuran sofu/püriten İslam inancıyla yakından ilişkiliydi. Parti, 2009 yılına ait söz konusu belgesinde emperyalizme ve Siyonizme karşı küresel ittifaka bağlı olduğunu açıklamış; yanı sıra Arap ya da Arap olmayan İslami bir parti için örnek olacak şekilde Yahudi karşıtlığından sarfı nazar ederek Yahudilere düşmanlık ile Siyonizm karşıtlığı arasında ayrım yapmıştır. Dış politikada parti, Venezuela ve Küba’daki solcuları ve komünistleri içeren küresel bir cepheyle müttefik olarak sınıflandırılıyor. Fakat parti bu ittifakı ne ölçüde geliştirdi, Latin Amerika’da emperyalizm ve Siyonizm ile mücadele eden bu ülkelere delegasyonlar gönderdi mi? Bununla ilgili bilgim yok.

Ancak parti, kapitalist ideoloji temelinde kuruldu ve gelişti. Parti, uzun yıllar boyunca yönetimde (Temsilciler Meclisinde ve Bakanlar Kurulu’nda) ne yazılı olarak ne de uygulamada kapitalizme karşı çıkmadı. Parti, sosyalist düşüncede değildir; günümüzdeki bu krize yaklaşımı da her ne kadar kapitalizmin bazı adaletsizliklerinin koşullarının iyileştirilmesine dair arzuları olsa da kapitalizmi benimseyen bir parti olduğunu kanıtlamaktadır. Partinin Genel Sekreteri, sanki kapitalizm hayır işleriyle uğraşan bir kurummuş gibi, banka sahiplerini vatandaşlara ve onların çıkarlarına karşı merhametli olmaya çağırdı. Nasrallah son konuşmalarının birinde bankaları savundu ve banka sahiplerinin paralarını Lübnan dışından geri getirmek istediklerini ancak Batı’nın onları engellediğini söyleyerek onlara bahane sunmuş oldu. Oysa açgözlü bankacıların çaldıklarını iade etmek üzere olduklarına ya da Batı’nın bu konuda müdahale ettiğine dair hiçbir kanıt yok. 2009 siyasi belgesi “ekonominin üretken sektörler temeline, özellikle tarım ve sanayiye dayanan bir ekonomi” olması gerektiği gibi çok genel ifadeler içeriyor. Ancak bu genel ifadeler, çocukluğumdan beri birbirini izleyen tüm hükümetlerin açıklamalarında zaten sabit olan bir husustur. Peki ekonomide nasıl değişim olacak ve sanayi ve tarım sektörlerini geliştirmek için izlenecek politikalar nelerdir? Parti, bu hassas bakanlıklardan bazılarını üstlendi ve kendisinden önceki veya sonraki muhtelif bakanların politikalarından farklılık gösteren herhangi bir politika izine rastlamadık. Yanı sıra “dengeli kalkınma” Refik Hariri’nin bile farklı düşünmeyeceği bir gereklilik! Parti, yoksullukla mücadele etmekten ya da bir hedef olarak onu ortadan kaldırmaktan bahsetmiyor. Hayır, sadece “yoksulluk sorununun halledilmesi” çağrısı yapıyor (ancak bunun nasıl sağlanacağını da söylemiyor). Keza parti, “eğitim, sağlık ve barınma” alanlarında vatandaşlara “düzgün hizmetlerin” ve “onurlu yaşamın” sağlanmasından söz ediyor; ancak bunlar da genel ifadeler ve partinin devletin benimsemesi için mücadele ettiği somut programlara dayanmadığı için ciddiye alınabilecek gibi değil.

Buraya kadarki giriş bölümü, partinin devam eden çöküş konusundaki pozisyonunu anlamak için gerekliydi.

Öncelikle parti, krizin başlangıcından bu yana ekonomik krizin vehametini takdir ettiğini göstermemiştir. Parti muhtemelen krizin kısa süreceğini ve Lübnan’ın önceki kırılgan yönetim dönemine döneceğini umuyordu. Hayır, aksine, Muhammed Raad(11), aylar önce, krizin sonuna yaklaştığını müjdeliyordu. Parti, bilindiği üzere, kendi kitlesini meydanları terk etmeye çağırmadan önce, başlangıç döneminde protesto hareketini desteklemişti. Parti, hasımlarının ve Lübnan’da sayıları çok olan “İsrail” destekçisinin sokaklara sızarak ele geçirmesinden endişelendi. Ancak parti, ekonomik konudaki tartışmalara katkıda bulunmadı. Partinin tutumundan, bir ekonomik plan hazırladığını ancak bunu gizli tuttuğunu (gizli olduğunu açıkladı) ve oynayacağı rolün iyi olması şartıyla IMF’nin rol almasını kabul ettiğini zikredebiliriz. Bizi çöküşe götüren Refik Hariri’nin politikalarına karşı sesini yükseltmeyen parti, Arap direniş hareketlerinin ve ordularının tarihinde görülmemiş bir kurtuluş ve direniş gücü inşa etme görevine yöneldi. Ancak çöküşle ilgili olarak parti, devletin yönetim sisteminde yer alan diğerlerinden pek bir farklılık göstermedi.

Lübnan’ın Körfez-İsrail-Batı ambargosu altında olduğu da Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, İsrail ve Amerika ittifakını rahatsız eden 2006 savaşından bu yana bu ittifakın Lübnan’ın “İsrail”in önünde diz çökmesi için uğraştığı da gerçek. Ancak ambargoya karşı koyma sürecine öncülük edebilecek taraf, durumu toparlamayı ve mümkün olduğunca ayaklanma öncesi yapıya dönmeyi tercih ettiği için bunu geri çevirdi. Bu nedenle parti sisteme karşı radikal ekonomik politikalar önermemektedir. Kapitalist tahakkümü ortadan kaldırmak değil koşullarını iyileştirmek istiyor. Sosyal adaletin koşullarını da ayrıntılı programlar önermeksizin genel olarak düzeltmek istiyor. Yolsuzlukla mücadele etmek istiyor, ancak sadece sözde; çünkü parti Şii müttefiki(12) ile olan ilişkinin her türlü değerlendirmenin üstünde olduğunu fark etti. Partinin genel sekreteri, partinin yolsuzluğa karşı savaşa öncülük edeceğini duyurdu ama bu konuda herhangi bir şey olmadı.

Hasan Fadlallah’ın(13) yolsuzlukla mücadele konusundaki açıklamaları haklı olarak ironiye neden oldu. Zira hem “büyük başları” yok edecek yolsuzluk dosyalarından bahsediyor hem de bunları halka açıklamıyor. Dosyalarının içeriği konusunda bize bilgi vermeden dosyalarını esasen yozlaşmış ve etkisiz durumda olan yargıya iletiyor. Şüphesiz Lübnan halkının, özellikle Fadlallah yargının işleyişinden umudunu kestiyse, partinin bu dosyalarında neler olduğunu bilmeye hakkı var. Zaten Lübnan yargısına güvenen, Lübnan sisteminin doğasını görmezden geliyor, diğer yargıçları dışlayarak bir yargıca güvenen de yargının yozlaştığını kabul ediyor demektir.

Parti, doğuya yönelme ve reform konularında haberler ortaya attı, ancak tüm kötülükleri, yolsuzlukları ve devletteki “İsrail” destekçilerinin sızmalarıyla birlikte geçmişin dengelerine geri dönen bir hükümetin kurulması dışında bu yönde ciddi hiçbir girişimi olmadı. Parti, dayatılan ambargodan çıkabilmek için Çin’i veya Rusya’yı ziyaret eden resmi bir heyet oluşturarak akabinde Lübnan halkına tasarlanmış bir girişim sunarak bir seçenek mi oluşturdu? Elbette Lübnan’da, ambargonun varlığından şüphe duyan sağ, merkez ve hattâ komünistler var, sanki gelişmekte olan ülkelerde vahşi kapitalizmin kendisi bizatihi ambargo değilmiş gibi! Üstelik Lübnan Batı kapitalizmiyle bağlantılı olmasının yanı sıra Amerika’nın yalnızca onun aracılığıyla ve onun işgalci ve saldırgan çıkarları aracılığıyla gördüğü bir işgal devletinin sınır komşusu bir ülke değilmiş gibi.. Parti, İran gemisi girişimine rağmen ambargoyu ihlal etme konusunda ciddi değil (bu övgüye değer bir girişim ve ülkemizde Batı’nın politikalarına muhalefet eden ilericiler buna nasıl karşı çıkabilir?).

Partinin direniş hareketinin oluşumu, kendisi açısından tamamen olumsuz koşullarda ortaya çıktı: Lübnan’da işgal ordusu hüküm sürüyordu ve Suriye rejimi bu deneyime önce şüpheyle yaklaşıyordu (şüphe daha sonra, Suriye rejimi direnişi destekleme politikasına geri dönmeden önce, karşıtlığa dönüştü). Yanı sıra Emin Cemayel(14) rejimi, kendisini cumhurbaşkanlığına yerleştiren Düşman adına, Direnişi kovalıyor ve kovuyordu. Ancak, Taif(15) sonrası dönem ve İslami Direnişin daha önce görülmemiş askeri sonuçlara ulaşmadaki başarısı, siyasi sınıfın içinde –samimiyetsiz ve kendiliğinden oluşmayan- bir konsensüsü getirdi. Çünkü Suriyeli çoban -özellikle Emil Lahhud(16) döneminde- Direnişi mevcut Lübnan rejiminin politikalarının bir ana direği haline getirdi. Ancak Taif sonrası dönemde devlet, Direnişe karşı bir eksen (Hariri ve onun etrafında dönenler) ile Direniş yanlısı bir eksen (Emil Lahhud ve onun komutası altındayken ordu) arasındaki çekişmelere sürekli bir şekilde tanık olmuştu. Suriye ordusunun ayrılmasından sonra da Lübnan’ın siyasi kültürünün gerçeği kendini gösterdi: Lübnanlı politikacıların önemli bir bölümü, “İsrail”e karşı direnişten çok “İsrail”e sempati duyuyordu. Aslında Lübnan kuruluşundan bu yana hep böyleydi; sadece taifeler (sects) Düşmana karşı tavırlarında farklı aşamalardan geçmişti.

Parti bu koşullarda ilan etmeksizin şöyle bir karar aldı: siyasi sistem mevcut haliyle  –yaygın yolsuzluk ve yozlaşmasıyla-, sızma (penetrasyon) ihtimalini içerdiği için istenmeyen değişimin kaosundan daha faydalıydı(17). Ancak penetrasyon, toplumda olduğu gibi düzenin gövdesinde mevcuttu ve Parti, düzeni savunmak için, yozlaşmışların en güçlüleriyle (Emel Hareketindeki, Özgür Yurtseverler Partisindeki ve diğer)  taifeci (sekteryan) ittifaklarını korumak durumunda kaldı. Partinin sonuçları bilinmeyen bir değişimle ilgili korkusu, onu düzenin birincil koruyucusu rolünü kabul etmeye itti.

Partinin Direnişe yönelik suçlamalarla ilgili olarak hükümet programlarında “herhangi bir yasal çağrışım veya etkiden yoksun” gibi bir ibareyi kullanması, Direniş hareketinin hükümet korumasına olan ihtiyacının abartıldığını gösteriyor. Direniş, zaten Emin Cemayel rejiminin İsrail işgalinin ana direklerinden birisi olduğu dönemde başlamıştı. Dolayısıyla hükümet programlarında –esasen onaylayanların çoğunun vazgeçtiği- bu ifadeler, Direnişe meşruiyet kazandırmaya katkıda bulunmadı.  Direnişler esasen yasal meşruiyet olmadan başlar, Lübnan direnişi de 1982’den sonra -gerek sol gerek İslami kanatlarıyla- böyle başladı. Direniş eylemi, meşruiyetini kendi içinde taşır ve ulusal meşruiyeti yasalara bağlı değildir. Nitekim eğer uluslararası hukuku bekleseydik, Birleşmiş Milletler bizden düşman İsrail’in kesmesi için boynumuzu onun bıçağının altına uzatmamızı isterdi.

Yolsuzluk, onunla ittifak yapmak ve bu konuda sessiz kalmak, parti için konjonktürel ve sekteryan ittifakları koruyucu bir işlev görüyor; ancak, Direniş düşmanlarının tüm sistemi partiyle ilişkilendirmesinin de –parti en az yararlananlardan birisi olmasına rağmen- önünde kapıyı ardına kadar açıyor. Halkın ve medyanın öfkesinin yönlendirilmesi ve Avrupa’dan veya Körfez’den fonlanan Faris Said’in “megaphonenews” sitesinin ve diğerlerinin bu konuda Hizbullah’a odaklanmasının ülke dışından yönetilen bir operasyonun konusu olduğu doğrudur. Ama aynı şekilde, ayaklanmanın patlak vermesinden (hâlâ devam ediyor mu?) bu yana partinin davranış tarzının da Direniş düşmanlarına önemli hizmetler sunduğu da doğrudur. Yolsuzluk, Filistin Kurtuluş Örgütü’nün en büyük katiliydi ve fon bolluğu nedeniyle – şu veya bu derecede- tüm Filistin örgütlerini etkiledi. Örneğin Tunus’taki Filistin Kurtuluş Örgütü yetkilisi Adnan Yasin’in işe alınması, kendisinin ve FKÖ’deki diğerlerinin yolsuzluğundan kaynaklanıyordu. Danışmanlarından birinin bana söylediğine göre, Arafat Düşmanla ilişkileri olduğundan şüphelendiği kişileri uzaklaştırmak yerine kendine daha da yakınlaştırıyordu. Böylece Düşmana barışçı çözüm konusundaki mesajlarını iletmek için kullanabileceğini düşünüyordu. Sonuçta yozlaşmışlarla müttefik olan bir parti yozlaşmadan nasıl uzak durabilir?

Lübnan’daki ekonomik kriz uzun süreli bir kriz, bu konudaki öngörüler toparlanma ve iyileşmenin uzun yıllar alacağını ve belki de 20 seneye ulaşan bir zamanı gerektirdiği yönünde birleşiyor. Tabii ki krize ve çözümüne dair sorumluluğun büyük kısmı Hizbullah’a yüklenemez. Ancak Hizbullah en büyük Lübnan partisidir (ve Lübnan tarihindeki en büyük Lübnan partisi olmasının yanı sıra herhangi bir Lübnan partisinde toplanmış en fazla savaşçı sayısına sahip); ayrıca Lübnan partileri tarihindeki en büyük bölgesel etkiye sahip. Ancak parti kendini o derece rejimin koruyucusu ve savunucusu konumuna soktu ki, Başbakan olarak Hariri ile “yürüdü”, keza Mikati ile “yürüdü” ve Maliye Bakanlığı için Riyad Selame’nin adayı ile yürüdü, tabii ki Şii olması kaydıyla, zira bunu Şii taifesinin bir zaferi olarak gördü. Nasıl bir zaferse?

Diğer Lübnan partileri de çözüm programlarından yoksunlar. Yalnızca “Vatandaşların Devleti” hareketi, uzun vadeli (kısa değil) bir ekonomik çözüm projesi sundu. Diğer partiler ve sivil toplum ticarethaneleri, sorunun temeli ile ilgili olmayan sloganlar ortaya attılar: erken seçime ya da seçkin özel üniversitelerdeki laik kulüplerin zaferinin yönetici sınıfı alaşağı edeceğine dair sloganlar.. Tabii ki Suudi-BAE-İsrail-Amerikan ittifakının planına göre yürüyen düzenin partileri ve sivil toplum ticarethaneleri ni de eklemek lazım. Ama bunlar bile bir kurtarma planına sahip değiller; çünkü bahsi geçen ittifak Lübnan’a yönelik bir abluka ve yaptırım ittifakı, Lübnan’ın boynundaki ilmeği sıkılaştırma ittifakı. IMF’ye veya Dünya Bankası’na başvurmak, Amerika’nın şart koştuklarını kabul etmekten başka bir şey değildir. MeseIa IMF’nin birkaç gün önce Ukrayna’ya 2,7 milyar aktarma kararı, Lübnan gibi bir ekonomik kriz içinde olmasından değil, ABD yönetiminin sömürgeleştirdiği bir araç olmasından kaynaklanıyor. Yine bir Amerikalı senatör Chris Murphy, Suudi Arabistan’ı Lübnan’a yardım etmeye çağırdığında ve Hizbullah’ın Lübnan’ı oluşturan bileşenlerden birisi olduğunu hatırlattığında, aslında ülkesinin de iştirak ettiği ablukanın bir kısmını kabul etmiş oluyor (Murphy Demokrat Parti’de etkili biri değil, Demokrat Parti’de liderlik ve Kongre’de dış politikada izlenen genel çizginin dışındadır).

Lübnan’a karşı küresel bir kampanya var. Washington’daki İsrail lobisinin baskısı altındaki Körfez ülkelerinin ve Batılı geniş bir grubun Lübnan’a yardım etmesi yasak; bununla birlikte Riyad ve Abu Dabi’nin direniş hareketlerine yönelik düşmanlığı İsrail lobisinin düşmanlığından daha büyük bir hale geldi. Lübnan’daki kriz, çürümüş kapitalist mezhepçi/taifeci bir sistemin krizidir ve sistemin yapısı içinde adil bir çözümü yoktur. Ve Hizbullah, Lübnan’ı savunmak ve “İsrail”i caydırmak için Lübnan’ın kolu olmayı kabul ederken bunun karşılığında sistemin bir ayağı olmayı da kabul etti, İsrail’i yatıştırmanın vesilesi olarak Lübnan’ın zayıflığına tutunmanın arkasında duran bir rejimin! Parti, hükümette temsil tuzağına ve yozlaşmış insanlarla mezhep ittifakı tuzağına düştü. Bakanlarından hiçbirinin sivrilmediği ve yine hiçbirinin Körfez-“İsrail”-ABD komplolarının yürütüldüğü bir ekonominin radikal değişimine yönelik herhangi bir proje sunmadığı bakanlıkları oldu. Aksine, Muhammed Fneyş(18) elektriği özelleştirmek için bir proje sundu ve Bakan Cemil Cebek(19) tekelci ilaç şirketlerinin en yakın müttefiki oldu.

Direniş hâlâ zapt edilemez durumda ve vaatleri sağlam; ancak tüm iktidar partilerinin halkla ilişkilerinde bir bozukluk olur. Güney (Lübnan) halkı direnişe sadık, ancak palyatif ekonomik çözümler Güneylilerin direncini desteklemek için yeterli değil. Pusuya yatmış bir Düşman, zayıflıklardan yararlanma fırsatını asla kaçırmaz: Yolsuzluktan partiyi yönetimin yolsuzluğu damgasıyla damgalamaya! Partinin 14 Martçıların komplosundan ve bunun sivil toplumdaki yansımalarından korkma hakkı vardır şüphesiz. Ancak kitlelerden ya da ekonomik adaletsizlik ve yolsuzluğa karşı duydukları öfkeden korkmak, ezilenlerin ve mazlumların kaygılarını taşımayı başaramayan partiye bir yük haline gelir. Direniş Güneyi “İsrail”den koruyor ama Güneylileri (ve tüm Lübnan’ı) açlıktan, baskıdan, cefadan ve yolsuzluktan kim koruyor?


1) YAZAR HAKKINDA: Lübnanlı yazar ve akademisyen As’ad Abukhalil 1960 doğumlu. Lübnan’ın güneyinde Sur kentindeki Şii eşraftan bir babanın ve Beyrutlu Sünni bir  annenin çocuğu. Beyruttaki  Amerikan Üniversitesinden siyaset bilimi alanında lisans ve yüksek lisans derecelerini aldıktan sonra 1983 yılında George Town Üniversitesinde doktora yapmak için ABD’ye gitti. O tarihten bu yana ağırlıklı olarak ABD’de yaşadı. ABD’nin birçok üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Halen Kaliforniya Devlet Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü olarak görev yapmaktadır.

Abukhalil kendini eski bir Marksist-Leninist ve halihazırda bir Anarşist olarak değerlendiriyor. Ayrıca herhangi bir dine inanmadığını söylüyor.

Filistinliler için adalet ve özgürlükle bağdaşmayacağı için  İsrail devletinin varlığına karşı çıkıyor ve İsrail’e karşı tüm mücadele yöntemlerinin meşru olduğunu savunuyor. Ancak, Arap ve İslam ülkelerindeki anti-semitizme de (Yahudi karşıtlığına) sert eleştiriler yöneltiyor.

Ayrıca Lübnan devletine ve kimliğine inanmadığını,  Lübnan milliyetçiliğinin – tıpkı Siyonizm gibi – ırkçılık ve diğer mezheplere mensup Lübnanlıları veya diğer Arapları hor görme üzerine kurulduğunu belirtiyor. Lübnan halkının, tüm mezhepleriyle birlikte gerçekten bir arada yaşamayı istediğini veya buna muktedir olduğunu hiçbir zaman kanıtlamadığını ileri sürüyor.

Abukhalil’in  birçok kitabı ve makalesi var. En çok bilinen kitapları şunlar:

– Lübnan Tarihi  Sözlüğü,

– Bin Ladin, İslam ve Amerika’nın Yeni “Terörizme Karşı Savaşı”.

– Suudi Arabistan için Savaş.

Abukhalil, sosyal medyayı çok aktif kullanan bir yazar. Önceleri AngryArab isimli blogunda yazarken 2018’den bu yana twitterı  yoğun olarak kullanan bir yazar. Yazılarında ve twitterda sarkastik bir dil kullanmayı seviyor.

2) Şarkul Avsat, Suudi Arabistan’ın çok uzun yıllardır (1978’den beri) yayımlanan Londra merkezli ve muhtemelen Batı’da yayımlanan geniş dağıtımlı ilk Arap gazetesidir.

3) Riyad Selame Lübnan Merkez Bankası Başkanıdır. Dostları ifadesiyle de muhtemelen vatandaşların bankalarına yatırdığı dövizleri yurtdışına aktaran banka sahiplerini kastediyor.

4) Akkar, Trablus’un en kuzeyinde Suriye ile sınırdaş bir ildir.  Lübnan’ın en yoksul bölgelerinden birisidir.

5) Yazarın Bremer Konseyi olarak adlandırdığı kurum, ABD’nin Irak’ı işgal edip mevcut yönetimi yıktıktan sonra 13 Temmuz 2013’te kurduğu fiili yönetimdir. İşgalci ABD’nin temsilcisi Paul Bremer’in Irak’ta kendi başkanlığında  “Geçici Yönetim Konseyi” adıyla kurduğu bu yönetim organının üyeleri de yine kendisi tarafından atanmıştır. Ayrıca, Bremer, Konseyin önerileri üzerinde veto yetkisini elinde tutmuştur.

6) Suphi Al Tufeyli,  Hizbullah kurucularından ve ilk genel sekreteri. 1983-1984’te 1 yıl genel sekreterlik yapmış; daha sonra azledilmiş ve yerine Abbas Musavi gelmiştir.

7) 14 Mart İttifakı, Lübnan’da 2005’te kurulan ve Suriye karşıtlığı konusunda birleşen siyasi partiler ve bağımsızlardan oluşan bir koalisyondur. Esas olarak Refik Hariri’nin oğlu Saad Hariri’nin Gelecek Partisi, Lübnan Kuvvetleri ve Falanjist Parti’den oluşmuştur. Bunun karşısında da Suriye yanlılarından oluşan 8 Mart İttifakı bulunmaktaydı.  Bu ittifak da esas itibariyle Hizbullah,  Emel Hareketi, Özgür Yurtseverler Partisi ve Suriye Milliyetçi Sosyal Partisi’nden oluşuyordu.

8) Maşrik (doğu), başta Biladuşşam-Levant olmak üzere Asya’daki Arap ülkeleri ve Mısır’dan oluşan bölgeye verilen bir isimdir.

9) Kemal Canbolat, Dürzilerin geleneksel liderlerinden ve İlerici Sosyalist Parti’nin kurucusudur. Daha önemlisi Lübnan iç savaşı dönemindeki  –FKÖ’nün de desteklediği- Lübnan Ulusal Hareketi’nin/Cephesi’nin en tanınan liderlerinden birisidir.

10) Tevfik Sultan, Lübnan iç savaşı dönemindeki Lübnan Ulusal Hareketi’nin/Cephesi’nin önde gelen liderlerinden birisidir.

11) Muhammed Raad Hizbullah’ın milletvekili ve siyasi kanattaki en önemli yöneticilerinden birisidir.

12) Emel Hareketi kastediliyor.

13) Hasan Fadlallah, Hizbullah’ın milletvekili ve Temsilciler Meclisi Maliye ve Bütçe Komisyonu üyesidir.

14) Emin Cemayel Maruni politikacıdır. Sağcı ve Lübnan Milliyetçisi Falanjist Parti’nin kurucusu Piyer Cemayel’in oğludur.  21 Eylül 1982’de, bir ay önce cumhurbaşkanlığına seçilen ama göreve başlamadan öldürülen kardeşi Beşir Cemayel’in yerine Cumhurbaşkanı seçilmiş ve 6 yıl Cumhurbaşkanlığı yapmıştır.

15) Adını imzalandığı Suudi Arabistan’ın Taif şehrinden alan ve Lübnan iç savaşını sona erdiren 1989 Kasım tarihli anlaşmadır. Bu anlaşmanın en önemli hususlarından birisi, Lübnan siyasi sisteminde geçmişten farklı olarak Müslümanlar ile Hristiyanlar arasında eşit temsili getirmesi ve Maruni Hristiyan Cumhurbaşkanının yetkilerinin önemli bölümünü Sünni Başbakana devretmiş olmasıdır.

16) Emil Lahhud 1998 ila 2007 arası dönemdeki Lübnan Cumhurbaşkanıdır. Daha öncesinde de genelkurmay başkanlığı yapmıştır.

17) Yazar burada muhtemelen Hizbullah’ın 2012 yılında yaptığı sistemde reform önerisi ve talebini ihmal ediyor veya yeterince önemli bulmuyor.  Zira Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, 2012’de siyasi sistemin reforme edilmesi ve hattâ bunun bir kurucu meclis eliyle yapılması çağrısında bulundu ve hiç olmazsa Taif Anlaşmasının uygulanmayan hükümlerinin esas alınabileceğini belirtti. Ancak,  o tarihlerde özellikle 14 Martçılar Suriye Yönetiminin yıkılmakta olduğunu ve bunun zaten Lübnan’a yansımaları olacağını düşündükleri için bunu reddettiler.

18) Muhammed Fneyş, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesinden sonra Fuad Sinyora başkanlığında kurulan ve Hizbullah’ın da ilk kez temsilci bulundurduğu hükümette Hizbullah adına 2005 Temmuzu ile 2006 Kasımı arasında Enerji Bakanlığı görevinde bulunmuş; daha sonraki yıllarda da çeşitli bakanlık görevleri yapmıştır.

19) Cemil Cebek, 2019 Ocak ayında Saad Hariri başkanlığında kurulan ve aynı yılın Kasım ayında Hariri’nin istifasıyla sona eren hükümette Hizbullah adına atanmış olan Sağlık Bakanıdır.


*Emir Aşnas Kimdir?

Mülkiye mezunu. AB ve Uluslararası Ekonomik İlişkiler YL programı derslerini tamamladı. Ortadoğu ve Türkiye-Ortadoğu ilişkileri konularına meraklı. Uluslararası ticaret ve yatırım, kamu yönetimi ve ticaret diplomasisi alanlarında çalıştı. 3 yılı Filistin’de olmak üzere toplam 10 yıl çeşitli Arap ülkelerinde görev yaptı. Arapça ve İngilizce biliyor, İspanyolca öğreniyor. (iletişim için: emirasnas@gmail.com)