FİLİSTİNLİLERİN ‘TRANSFERİ’ VE ŞEYH CERRAH

Nazlı KOCA @sioiux

Nekbe’nin yani Büyük Felaket’in 73. Yılında Filistinliler İsrail’in bombaları altında, İsrail işgali altındaki topraklarında ve sürgün edildikleri ülkelerde geri dönüş iddialarını daha yüksek sesle dile getirdiler. Geri dönüş isteğinin her alanda ve platformda dile getirilmesi Filistin halkının toplumsal hafızasının ne denli birbirine geçmiş ve diri olduğunu göstermektedir. Filistinlilerin toprak sorunu genelde dar tartışma alanlarına hapsedildiği için, gerçekler hamasi söylemlerin arasına sıkışmıştır. Bir yandan Filistinlilerin topraklarını sattıkları iddiası, diğer yandan Yahudilerin var olma hakkına dair yapılan tartışmalar ve atılan nutuklar Filistinlilerin nasıl tüm dünyada mülteci haline gediklerinin arka planını gizlemektedir. Bir avuç Filistin’de yaşayan zengin Filistinli ailelerin yüksek meblağlara topraklarını Yahudi Ulusal Fonu’na satıp daha iyi koşulların olduğu Arap ülkelerine göç ettikleri gerçeği Filistinli köylünün topraklarından şiddet yoluyla sürülmesinin gerekçesi değildir. Yahudilerin ise sosyal bir gerçeklik inşa etmek için resmi tarih anlatısına iliştirdikleri ‘5000 yıllık sürgün’ anlatısı da Filistinlilerin sürgün edilmesini meşrulaştırmamaktadır. Nekbe süreci Batı akademisinde genellikle ‘İsrail’in Bağımsızlık Savaşı’ perspektifinden ele alınmaktadır ve bu bakış açısı Filistinlileri bir aktör değil bir ayrıntı olarak tasvir etmektedir.

Yahudilerin Filistin topraklarına göç ettikleri tarihten itibaren bir Yahudi devleti yaratmak amacında olduğuna dair literatürde birçok çalışma, rapor bulunmaktadır. İngiliz mandasının da taraflı tavrıyla birlikte, bu kurumsallaşmanın temellerini en çok manda döneminde atmışlardır. Toprakları çit ile çevirmeden, işgücünün ayrıştırılması ve Yahudileştirilmesine kadar her alanda ortak bir yaşam kurma değil, sadece kendilerini kapsayan bir dünya kurma amaçları Arapların reaksiyonları ile karşılaşmıştır. Bu reaksiyonlar sonucu toplanan ve bölgedeki Arap ülkelerinin de katıldığı her uluslararası konferans iki toplumun kendi bölgelerine ayrılmasını salık vermiştir. Filistinlilerin kendi topraklarından belirlenen bölgelere ‘transfer edilmesi’ fikri de bu aşamada başlamıştır. Bu anlamda Taksim Planı’nın ilk taslağı olan 7 Haziran 1937 tarihli Peel Komisyonu’nun raporu hem toprağın el değiştirmesini hem ne nüfusun mübadelesini öngörmektedir. İlerleyen süreçte 1947’de Filistin Özel Komisyonu’nun (UNSCOP) hazırladığı rapor da Peel Raporu ile büyük oranda aynıdır. Tek farkı ise Peel Raporu Yahudilere Filistin topraklarının yüzde 10’unun verilmesini uygun görürken, Taksim Planı ile birlikte bu oranın arttırılmasıdır. Manda sonrası devlet ilanı ile birlikte, daha önce öngörülen ‘Filistinlilerin transferi’ söylemi fiili olarak uygulamaya konulmuştur. Yahudilerin resmi tarih anlatısında kullandığı transfer kelimesi aslında manda sonrası nasıl Filistinlileri topraklarından sürgün ettikleri gerçeğini gizleyerek nüfusun yer değişimini anlatmak istemelerinden kaynaklanmaktadır. İsrail’in ilan edilmesinin hemen ardından Filistinlilerin evlerine ve topraklarına geri dönmesini engellemek için çıkardıkları yasalar da transfer olgusunun siyonizme ve siyonizmin temel ilkelerinden olan toprağı fethetme idealine ne denli içkin olduğunu göstermektedir.

İngiliz mandasının sona ermesinden hemen sonra yaşanan süreç Filistinlilerin sürgün edildiği, topraklarından zorla çıkarıldığı süreçtir. Bu sürece dair yapılan tartışmaların başında Filistinlilerin sürgün edilmesinin planlı mı yoksa plansız mı yapıldığı gelmektedir. İsrail tarafından yapılan çalışmalarda ve açıklanan raporlarda bu dönem yaşananların planlı olmadığı, çatışma ve kargaşa ortamında doğal bir refleks olarak sürecin geliştiği yönündedir. Korkutma, kaçırma, öldürme, yağma gibi pratiklerin Filistinlileri topraklarından sürmek için plansız yapıldığına dair açıklamalar İsrail’in tarihini aklamak içindir. Zira Yahudilerin bu şiddet eylemlerinden ötürü sadece ilk aylarda 75 bin Filistinli evlerini terk etmiştir. Aynı zamanda, Hagana, Lehi, Irgun gibi şiddet yanlısı revizyonist Yahudi silahlı örgütlerin Filistinlilere karşı işledikleri katliamı, zorla sürgünü meşrulaştırmak için tüm dünyaya gerek resmi tarih anlatıcısı gerek akademisyen sıfatıyla Filistinlilerin ya kendi rızalarıyla ayrıldıklarını ya da Arap devletlerinin onlara böyle öğütlediğini anlatmaktalar.

Öte yandan, İsrail’in açtığı arşivlerde edinilen bilgiye göre, İsrail Devleti’nin ilan edilmesinden sonra başlayan ve Büyük Felaket – Nekbe olarak adlandırılan süreçte, Hagana, Irgun gibi Yahudi revizyonist örgütlerin yaptığı bütün saldırıların planlı, programlı bir şekilde gerçekleştirildiği görülmektedir. Bu döneme Filistinliler cephesinden ışık tutmaya çalışan Valid Halidi, Elias Şufani, Arif el-Arif, Nafez Nazzal gibi Filistinli tarihçi ve akademisyenler, Filistinlilerin toplu bir şekilde ve planlı programlı bir sürgüne maruz bırakıldığını tüm dünyaya anlatmaya çalışmaktadır.  İsrail’in bilinçli bir şekilde manipülasyonlar yaparak Filistinlilerin kendi rızalarıyla topraklarını terk ettikleri anlatısı, Filistinlilerin kendi tarihlerini anlatmaya başlaması ile büyük anlamda boşa düşmüştür. İsrail’in dezenformasyon kampanyasının bir parçası olarak Arap radyo yayınlarıyla ilgili anlattığı hikayeler de dahil olmak üzere, Filistinlilerin topraklarını rızayla terk ettikleri iddiaları 1960’ların başında Valid Halidi ve Erskine Barton Childers tarafından incelenmiş ve itibarını yitirmiştir.(1)

Yahudilerin köylere, Filistin yerleşimlerine gerçekleştirdikleri ilk saldırıların duyulmasıyla birlikte, Filistinliler hayatta kalmak için sürgüne gitmeye başlamışlardır. Bugün Filistinlilerin terör faaliyetleriyle ve şiddetle yerlerinden edildiğine dair en bilinen kanıtlardan birisi arşivlerden çıkan ‘Plan Dalet’tir’. Bu planın Ben Gurion öncülüğünde Siyonist önderler tarafından Tel Aviv’de bir toplantıda kabul edilmesinin ardından Hagana ve diğer yeraltı örgütleri kendi yerleşimlerindeki Filistinlileri terör faaliyetleriyle sürecekler, ikinci aşamada ise stratejik gördükleri bölgelere yoğunlaşacak ve Arapları süreceklerdir. Ardından da Yahudi yerleşimleri arasındaki toprak bütünlüğünü sağlama aşamasına geçeceklerdir. İsrail böyle bir plan olduğunu ısrarla reddetmesine rağmen, İsrailli akademisyen Ilan Pappe bu planı ortaya çıkarmıştır ve belgeler bu etnik temizlik ve işgal planının Nisan 1948’de aktif hale getirildiğini göstermiştir. İsrail’in 14 Mayıs 1948’de kurulmasının ardından kurulan yeni hükümetin Filistin kasabalarının ve köylerinin yıkımını devam ettirmek, Yahudilerin bu köylere yerleşimlerini denetlemek ve yerlerinden edilmiş Filistinlilerin evlerine dönmelerini önlemek için resmi olmayan bir organ olan “Transfer Komitesi” kurması, askeri operasyonlar sırasında köylerin mümkün olduğunca yıkılması çağrısı Filistin’in sürgün tarihinde anlatılması gereken birincil gerçeklerdir. Filistinlilerin ‘transfer’ yöntemiyle ve sistematik olarak mülksüzleştirilmesi / topraksızlaştırılması fikrinin İsrail Devleti’nin resmi tarihine ne kadar içkin olduğunun kanıtları yine kendi arşivlerinden çıkan belgelerle kanıtlanmıştır. Sürecin hemen ardından 9 Nisan 1948’de yaşanan Deyr Yasin Köyü katliamı (2), Safed’in kuzeyindeki Ayn el-Zeytun Köyü’nde Filistinlilerin kurşuna dizilmesi, Devayime (3) ve Hayfa’nın güneyindeki Tantura Köyleri’nde (4) yaptıkları katliamlar bugünkü İsrail Devleti’nin temelini oluşturmaktadır.

İsrail bugün genelde tanımlandığı gibi Ortadoğu’da yer alan bir demokrasi beşiği değildir. Kurulduğu tarihten itibaren Filistinlilere yönelik sistematik bir vatansızlaştırma ve kimliksizleştirme politikası izlediği gibi, kendi içerisinde de Yahudiler arasında sınıfsal bir yapı vardır. İsrail vatandaşı olan ve ağırlıklı olarak işgal altındaki Doğu Kudüs’te yaşayan Filistinlilerin sürekli bir sürgüne zorlanması 1948’den beri izlenen topraksızlaştırma ve mülksüzleştirme politikasının devamıdır. Bugün Şeyh Cerrah mahallesinin Filistinlilerden tamamen azade edilmesi planı da Batı Şeria’da evlerinin dozerlerle yıkılması da ‘transfer politikasının’ uzantısıdır. Eşit vatandaşlık temelinde ortak bir vatan tahayyülü bulunmamakla birlikte, Filistinlilere uyguladığı sistematik baskı bile İsrail’in demokratik bir devlet olmadığının kanıtıdır. Yine İsrail’in bölgedeki laik nadir ülkelerden biri olduğu ve bu özelliği itibariyle dahi Batı değerlerini temsil ettiği söylemi ağırlıkla öne çıkarılmaktadır. Fakat 2018 yılında kabul ettikleri Yahudi Ulus-Devlet yasası dahi İsrail’in laik bir ülke olmadığının en belirgin örneğidir. Bugün İsrail bir teokrasi yönetimidir ve baskı, şiddet devletin kimliği haline gelmiştir. I. Aliyah (5) ile birlikte Filistin topraklarına göç eden Yahudilerin bu tarihten itibaren Filistin topraklarında bir Yahudi realitesi yaratmak için gerçekleştirdikleri çalışmalar ve eylemler bugün hala sürmektedir. İbranice’nin bir anadil olarak görülmesi üzerine yaptıkları çalışmalar ve çok daha önemli olan resmi tarih yazımı, nüfus olarak çoğunlukta olmak istemeleri yeni bir ulus-devlet için gerekli olan temel noktalardır. Bugün hala İsrail devlet okullarında Moledet dersi (Anavatan dersi) verilmektedir. Aslen anlatılan Filistin topraklarında yaşayan Arapların tarihi olmakla birlikte kendi müfredatlarında resmi tarihleri 1882’deki I. Aliyah’dan itibaren başlamaktadır ve öncesi yok sayılmaktadır.

Kurulduğu günden itibaren planlı bir şekilde topraklardan Filistin realitesini silmek isteyen İsrail’in bugün hem 48 Araplarından hem diğer tüm Filistinlilerden gelen tepkiler karşısında yaşadığı şaşkınlık, daha fazla baskı politikası izlemesine yol açabilir fakat bu durum da halihazırda sorgulanmaya başlanan meşruiyet zeminini daha fazla kaybetmesine yol açacaktır. İşgal edilen bölgelerde kalan Filistinlilerin tamamen sindirildiği ve kimliksizleştirildiği zannı, Gazze ve diğer bölgelerdeki Filistinlilerin ise başta ekonomi olmak üzere geleceksizlik kaygısı ve sağlık, eğitim gibi en temel hakları sağlamada İsrail ablukası sebebiyle zorlanması, Filistin’e maddi ve askeri destek sağlayan Suriye, Irak gibi devletlerin Arap isyanları sonrası iç kargaşa yoluyla sistem dışına itilmesi İsrail’de tüm direnme pratiğini törpülediği anlayışını doğurmuştur. Fakat görülmüştür ki; başta Körfez ülkeleri olmak üzere, Arap ülkeleri ile imzalanan ve normalleşme anlaşmaları olan ‘İbrahim Anlaşmaları’nı’ doğuran süreç, bugün Filistin’in başkaldırdığı noktada halklar nezdinde boşa düşürülmüştür çünkü Filistin’in toprağının gasp edilmesinin normalleştirilmesini tüm dünyanın vicdanlı ve onurlu insanları asla kabul etmemiştir.


[1] Childers İrlandalı bir yazar, BBC muhabiri ve Birleşmiş Milletler çalışanıydı. Childers aynı zamanda Batı yazınında Filistinlilerin 1947’deki çatışmalardan itibaren devam eden süreçte radyodan Arap ülkelerinin Filistinlilere evlerini boşaltmaları gerektiğini öğütledikleri yayınlar sebebiyle topraklarını bırakıp gittikleri iddiasına karşı çıkan ilk yazarlardan birisidir.

[2] Lehi ve Irgun gibi silahlı örgütler köye yaptıkları baskında 245 Filistinliyi öldürdüler.

[3] “Devayime katliamının 72. yıldönümü: Moshe Dayan liderliğindeki İsrail işgal güçleri çocukların kafalarını sopa ile ezmiş ve katliamda 145 Filistinli öldürülmüştü”, Marbuta Haber, 29 Ekim 2020, Erişim Adresi: https://www.marbutahaber.com/ortadogu/filistin/devayime-katliaminin-72-yildonumu-moshe-dayan-liderligindeki-israil-isgal-gucleri-cocuklarin-kafalarini-sopa-ile-ezmis-ve-katliamda-145-filistinli-oldurulmustu/

[4]  “The Tantura Massacre, 22-23 May 1948.” Journal of Palestine Studies, vol. 30, no. 3, 2001, pp. 5–18. Daha fazla bilgi ve tanık ifadeleri için bkz: https://www.palestine-studies.org/en/node/41048

[5] Yahudilerin dünyanın dört bir yanından Filistin topraklarına göç etmesini ifade eden terimdir. Siyonizmin temel ilkelerinden birisidir.