Suriye Dışişleri Bakan Yardımcısı Beşşar Caferi: Türkiye ile görüşmüyoruz

Emir Aşnas – @AsnasEmir

Tüm Arap dünyasına hitap eden Lübnan merkezli haber kanalı Al Mayadeen TV,  29 Mayıs 2021 tarihinde Suriye Dışişleri Bakanı Yardımcısı Dr. Beşşar Caferi ile bir söyleşi yaptı:

Kıdemli bir diplomat olan Dışişleri Bakan Yardımcısı Dr. Caferi, Suriye krizi süresince (2002 ila 2020 yılları arasında) Suriye’nin Birleşmiş Milletler-BM Daimi Temsilcisi olarak görev yaptı.

Söyleşi Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin anlamı, Suriye’ye ve ilişkilerine etkileri konusundaydı. 50 dakikalık bu söyleşinin yaklaşık 9 dakikalık bölümü (dakika 40 ila 50 arası) doğrudan Türkiye ve Türkiye-Suriye ilişkileri hakkındaydı.

Özellikle Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleyle birlikte Suriye konusunda gerek dünyada gerek Türkiye’de yoğun bir “yalan rüzgârı” estirildi. Bu rüzgârın şiddeti azalsa da hâlâ devam ediyor.

Bu nedenle, Al Mayadeen’de yayımlanan, on milyonlarca –belki yüz milyonlarca- izleyiciye ulaşan ve son derece güncel olan bu söyleşinin hiç olmazsa Türkiye ile ilgili bölümünün Türkiye vatandaşlarının da bilgisine sunulmasının yararlı olacağını düşündüm. Böylece vatandaşlarımız bu konuda Türkiye medyasındaki şu veya bu yönlü çarpıtmalar dışında, Suriye resmi makamlarının (ve Suriye halkının çoğunluğunun) ne düşündüğünü birinci elden duyma imkânını bulmuş olacaklar.

Söyleşinin Türkiye ile ilgili bölümünü olduğu gibi, mevcut tekrarları ve cümle düşüklüklerini muhafaza ederek çevirmeye gayret ettim. Serbest çeviriden özellikle kaçındım. Zorunlu hallerde anlamı güçlendirecek kelimelere parantez içerisinde yer verdim.

Çeviren: Emir Aşnas

SÖYLEŞİ:

 “CAFERİ:

…Suriye Hükümetinin öncelikleri konusuna gelince, önemli olan yaptırımlara daha doğrusu zorlayıcı tedbirlere (coercive measures) karşı mücadele ve bunun vatandaşa etkisini hafifletmektir. Bu doğal olarak ikinci öncelikli konumuzla irtibatlıdır ki, o da ulusal zenginliklerimizin geri alınmasıdır. Bilindiği üzere bu ulusal varlıklarımız işgalci ABD ve Türkiye ile bunların bölgedeki ajanları tarafından yağmalanmakta ve çalınmaktadır. Bu zenginliklerimizin geri alınması, vatandaşlarımız üzerindeki ekonomik yükün hafifletilmesinin yollarından birisi olacaktır.

SUNUCU:

Özellikle Suriye’nin büyük bölümünün devletin egemenliği altına girmesi durumunun ABD işgali altında olduğu için Suriye’nin kuzeydoğusunda görülemeyeceğinin ve bunun ancak büyük (global) bir tesviye (anlaşma, uzlaşma) ile mümkün olabileceğinin ileri sürüldüğü bir dönemde, bu varlıkların geri alınması nasıl olacak? Ekonomik baskıların ortadan kaldırılmasının yollarından birisi olarak bahsettiğinize göre bu, büyük bir tesviye ile mi, sahadaki eylemler ile mi, yoksa başka bir yolla mı olacak?

CAFERİ:

Öncelikle biz tarihin doğru tarafındayız. Uluslararası meşruiyet gereğince hem işgal hem zenginliklerin çalınması hem de terör reddedilmektedir. Dolayısıyla biz terör, Türkiye’nin işgali, ABD’nin işgali, ABD’nin ve Türkiye’nin desteklediği ayrılıkçı milisler dediğimizde ve bunlara karşı koyduğumuzda dünyada tek başımıza değiliz. Yani bu konuda herhangi bir karar tasarısı sunduğumuzda bunu kolaylıkla elde ederiz.

Bizzat BM Genel Sekreteri, Covid-19 krizinin başlangıcında 23 Mart 2020 tarihinde yaptığı meşhur açıklamasında ekonomik yaptırımların devletlerin koronayla mücadelesini çok büyük ölçüde olumsuz yönde etkilediğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Uluslararası güvenlik ve barıştan sorumlu BM Genel Sekreteri’nin bu sözleri bizim de söylediklerimizi doğrulamaktadır. Topraklarımız işgal altında bunun behemehal sona ermesi gerekir. Bugün Türkiye (İsrail’in işgali altındaki) Golan’ın dört katı büyüklüğünde Suriye toprağını işgal etmektedir. Evet Golan’ın dört katı büyüklüğünde toprak. Bu, Suriye halkı için öyle geçiştirilebilecek bir konu değildir. Dolayısıyla Suriyelilerin gözünde Türkiye’nin konumu İsrail ile aynıdır. Mutlak anlamda İsrail ile aynıdır. Türkiye Suriyelilerin gözünde İdlib’teki terördür. ABD de bizim için aynı şey. ABD işgal etmekte, yağmalamakta, manipüle etmekte ve İŞİD teröristlerine yeniden rol vermeye yönelik manevralar yapmaktadır.

Peki dünya bu gelişmelere bu manzaraya baktığında Suriye Hükümetini haklı mı haksız mı bulacaktır? Bugün bütün dünya işgallerin, ekonomik yaptırımların ve doğal kaynaklarınızın çalınmasının uluslararası hukuka aykırı eylemler olduğunu kabul etmektedir. Bu nedenle dünyada hiç kimse sizin bu konudaki sözlerinize karşı çıkamaz.

SUNUCU:

Yani ABD kuvvetleri çıkana kadar artan bir şekilde eylemler mi olacak veya nasıl olacak?

CAFERİ:

Her ikisi beraber. Hem direniş (silahlı?) hem de Suriye Hükümetinin uluslararası forumlarda etkin bir şekilde yürüteceği siyasi faaliyetler. Tabii ki müttefiklerimizle beraber, biz yalnız değiliz.

Burada çok önemli bir konuyu, programın başında ifade ettiğimiz jeopolitik konusunu yeniden vurgulamak isterim: Suriye güçlüdür, çünkü tek başına değildir.

SUNUCU:

Şam yeniden bölge çapında etkin bir konuma sahip olmakta mıdır?

CAFERİ:

Tabii ki. Hiç şüphesiz Şam bugün yeniden bölgede etkin bir rol oynayan güç haline gelmiştir. Bu nedenle ben bunu stratejik bir zafer olarak isimlendirdim. Stratejik sabrın zaferi, bu gerçeğe yol açmıştır. Evet, bahsettiğim tüm engellemelere, işgallere, zenginliklerinin çalınmasına rağmen Şam geri dönmüş ve kimsenin onu yok farz edemeyeceği bir güç haline gelmiştir.

SUNUCU:

Türkiye ile hiç temas yok mu?

CAFERİ:

Hayır, yok. Sadece Astana toplantıları kapsamında… Biliyorsunuz Astana Toplantılarına üç ülke ve Suriye hükümeti katılıyor.

SUNUCU:

Ancak bazıları diyor ki…

CAFERİ:

Lakin hattâ Astana toplantılarında bile bizimle onlar arasında bir diyalog yok.

SUNUCU:

Ancak bazıları diyor ki, Türkiye ile iletişim yollarının olması gerekir. Zira, coğrafyanın “dikte ettiği” durumlar vardır. Dolayısıyla ilişkilerdeki çok büyük gerginliğe, Türk ordusunun girişine, buyurduğunuz ve nitelendirdiğiniz gibi işgal operasyonlarına, Suriye topraklarında geniş bir alanda bulunmalarına, bu alanda Türk nüfuzu ve Türkleştirme uygulamalarına rağmen, önümüzdeki dönem için Türkiye ile iletişime yönelik bir imkân yaratmak gerekir. Ne olursa olsun Suriye ile bu kadar uzun sınırı olan bir ülkeyi dengelemek çok mümkün değildir. Bu önermeye nasıl cevap verirsiniz ve mevcut durumun tüm zorluk ve karmaşıklığına rağmen bu merhalenin aşıldığı ve iyi sonuçlarla ilişkilerin yeniden kurulduğu bir bağlama nasıl ulaşılabilir?

CAFERİ:

Sorun Suriye tarafında değil. Senin “coğrafyanın dikte ettiği” şeklinde isimlendirdiğin durumun biz bilincindeyiz. Bizimle onlar arasında güvenlik toplantıları oldu. Fakat herhangi bir sonuca ulaşmadı.

Söylediğim gibi Astana toplantılarında onlar da biz de varız. Onlarla iletişim kanallarımız Ruslar ve İranlılar. Dolaylı ve dolaysız mesajlar var.

SUNUCU:

Sorun nerede?

CAFERİ:

Sorun Türk tarafında. Düşünün, örneğin Türkiye Rejimi Suriye halkına zarar vermeye yönelik tüm imkân ve fırsatları kullandı. Sadece İdlib’te terörün himayesinden ve ayrılıkçı hareketlerin ve kuzeyde silahlı grupların teşvik edilmesinden bahsetmiyorum. Buna ilaveten, bugün Fırat ve Dicle’nin sularını kesmektedir. Bugün Bağdat’ta çocuklar Dicle Nehri üzerinde yürümekte; çünkü su yok. Yine Suriye’de Fırat Nehrinin büyük bölümünde su yok. Bu durum, iyi komşuluk ilişkilerinin bir ifadesi midir? Türkiye Rejimi bakış açısından “coğrafyanın diktesi” nerede? Bu Rejim Kuzeydoğu bölgelerimizde milyonlarca insanımızın yaşadığı bu trajedilerin neresindedir?

SUNUCU:

Kabul edilmeyen şey …

CAFERİ:

Fırat suyu Suriye’de yalnızca tarımsal amaçlarla kullanılmaz. Aynı zamanda Halep, Rakka ve tüm kuzey bölgelerinde içme suyu ve elektrik enerjisi üretiminde kullanılır.

SUNUCU:

Bu konuda anlaşmalar…

CAFERİ:

Türkiye’nin Suriye halkına verdiği zarar para ya da başka bir şeyle ölçülebilecek gibi değildir. Peki o zaman “coğrafyanın diktesi” nerede? 1998 yılındaki Adana Anlaşması(*) nerede? Saniyede 500 m3 su aktarma yükümlülüğü altına girdikleri su konusundaki anlaşmamız nerede?

SUNUCU:

Peki Türk tarafı “kapıyı kapatma” konusunda temel olarak ne diyor?

CAFERİ:

Onlardan akılcı ve mantıklı herhangi bir şey duymuyorsunuz. Esasen söylediğimiz her şeyi inkâr ediyorlar. Teröre destek vermediklerini söylüyorlar, Suriye’nin içişlerine karışmadıklarını söylüyorlar, ılımlı muhalefete destek verdiklerini falan bilinen hikâyeleri tekrarlıyorlar. Hattâ Suriye’ye ve halkına yönelik düşmanca siyasetlerini inkâr ediyorlar. Milyonlarca insanın suyunu keserseniz bu düşmanca bir eylem değil midir?

İyi komşuluk nerede? Uluslararası anlaşmalar nerede? 1998 yılında bizimle onlara arasında suların paylaşılmasına dair anlaşma var. Attıkları imzayı kolayca yalayıp siliyorlar.

Peki, İdlib’te terörü himaye eden kimdir, Türkiye değil mi? Kuzeydeki silahlı grupları destekleyen kim? Golan’ın dört katı büyüklüğünde toprağımızı işgal eden kim? Türk kuvvetleri değil mi?”

(*): Adana Mutabakatını değerlendiren notum: https://www.marbutahaber.com/analizler/adana-mutabakati-nedir-ne-degildir/