HAAVARA ANLAŞMASI ve NAZİ-SİYONİST İLİŞKİLERİ

Marbuta Haber Özel Dosya – Öykü A.

İngiltere tarafından göreve getirilen Kudüs müftüsü Hacı Emin el Hüseyni’nin halkın ortaya koyduğu iradeye karşı koyamayarak liderlik ettiği Arap isyanı sürecinde kendisini göreve getiren İngilizlerle mesafelenmesi ve İngilizler tarafından tutuklanmamak için Filistin’den ayrılmasından sonra, İkinci Dünya Savaşı esnasında, Filistin’in İngiliz kontrolünden Alman kontrolüne geçmesiyle birlikte Balfour Deklarasyonunun hükmünü kaybedeceği ve Filistin’de Siyonist projenin ortadan kalkacağı varsayımıyla savaşta İngiltere’nin karşı kutbunda yer alan İttifak devletlerinin başındaki Almanya’ya giderek Hitler ile görüşmesi Siyonistler tarafından müftünün ateşli bir Nazi, bir anti semitik (kendisi tüm Filistinliler gibi semitik olmasına rağmen) olduğu şeklinde sunulur. Hatta 2015’te yapılan 37. Dünya Siyonist kongresinde Netanyahu, Hitler’in aslında Yahudileri öldürmek istemediğini, Holokost için onu Kudüs müftüsünün ikna ettiğini söylemeye kadar gitti.

Müftünün Hitler ile fotoğrafı Siyonistler tarafından Filistin’deki kolonizasyonlarını ve bunun sonucu olarak Filistinlilere uyguladıkları etnik kıyımı meşrulaştırma aracı olarak kullanılırken, bugün Siyonist propaganda Filistinli gençlerin odalarından Hitler’in “Kavgam” kitabının çıktığına, Filistinlilerin üzerlerinde svastika dövmesi taşıdığına dair dezenformasyon yayarken amaçlarını “Yahudileri korumak” olarak sunan Siyonistlerin Nazilerle özellikle ekonomi ve istihbarat alanlarında yoğunlaşan ve Siyonist projenin, “İsrail”in kurulmasında ciddi bir rol oynayan, kişiler arası olmanın çok ötesinde kurumsal düzeydeki ilişkilerine bakalım.

Ayrıca küçük bir not düşmek gerekirse Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl’in (1860-1904) günlüğüne “Anti semitikler en güvenilir dostlarımız ve anti semitik ülkeler müttefiklerimiz olacak,” (https://books.google.com.tr/books?redir_esc=y&hl=tr&id=YdJ2vwEACAAJ&focus=searchwithinvolume&q=dependable) yazdığını göz önüne aldığımızda Siyonizm ve Nazi Almanyası arasındaki ilişkinin temeli daha net anlaşılacaktır.

                                                                    ***

Alman gazeteci Klaus Polkehn, 1976’da yayınlanan The Secret Contacts: Zionism and Nazi Germany, 1933-1941 (Gizli İrtibatlar: Siyonizm ve Nazi Almanyası, 1933-1941) adlı makalesinde bu ilişkileri gözler önüne seriyor. Yazı boyunca bu makale üzerinden ilerleyeceğiz.

Polkehn, Hitler’in 30 Ocak 1933’te iktidara gelişinden önce Almanya’daki Yahudiler arasında Siyonistlerin oldukça küçük bir azınlık olduklarını ve Yahudilerin çok büyük kısmının Siyonizm’e; Siyonizm’in savunduğu Yahudilikten bir ulus icat etmek, Yahudi yurdu fikirlerine karşı olup kendilerini Alman vatandaşı, Yahudiliği ise bir ulus değil bir inanç olarak gördüklerini kaynaklarla ortaya koyuyor.

Polkehn’in Dr. Alfred Wiener’in 1929 tarihli Juden und Araber in Palästina (Jews and Arabs in Palestine – Filistin’de Yahudiler ve Araplar) adlı çalışmasının 36. sayfasından aktardığına göre:

1925 yılında Almanya’da Siyonist kongrelerde oy kullanabilen başka bir deyişle Siyonist organizasyon üyeliği bulunan Yahudilerin sayısı 8739’du; bu sayı toplam Yahudi nüfusunun %2sine dahi karşılık gelmiyordu. Şubat 1925’te gerçekleştirilen Prusya Yahudi cemaati seçimlerinde seçilen 124 kişiden yalnızca 26sı Siyonist gruplardan geliyordu.  

Ayrıca Polkehn aynı kaynaktan 1893’te kurulan Yahudi İnancına Sahip Alman Vatandaşları Merkez Birliğinin anti Siyonist bir kurum olduğunu ve temel görevini anti semitizmle savaşmak olarak tanımladığını aktarıyor. Buna ek olarak kurum tarafından 10 Nisan 1921 tarihinde yayınlanan bir kararnamenin, kurumun anti Siyonistliğiyle uygun biçimde şu sözlerle bittiğini kaydediyor: “Eğer Filistin’deki yerleşim çalışması bir yardım ve destek görevinden başka bir şey olmasaydı kurumumuzun bu çalışmanın teşvikine karşı söyleyecek hiçbir şeyi olmazdı. Ancak Filistin’deki yerleşim her şeyden önce ulusal Yahudi politikasının bir hedefidir dolayısıyla teşvik edilmesi ve desteklenmesi reddedilmelidir.”

Polkehn, Yahudi tarihçi Werner E. Mosse’den şu sözleri aktarıyor: “Yahudi İnancına Sahip Alman Vatandaşları Merkez Birliği, aktif politik mücadele dahilinde Almanya’daki Yahudilerin çıkarlarını temsil etmeyi özel görev addederken Siyonizm, Yahudilerin Alman kamusal yaşamına katılımının sistematik olarak yok oluşunu savundu. Yahudi İnancına Sahip Alman Vatandaşları Merkez Birliği tarafından yönetilen herhangi bir mücadeleye katılmayı ilkesel olarak reddetti.”

Polkehn’in aktardıklarına devam edelim.

Siyonistlerin Almanya’daki faşist otoriteye yaklaşımları birtakım ortak ideolojik kabuller tarafından şekilleniyordu; bilimsel bir niteliği bulunmayan “ırk” teorileri, iki tarafın da ortak bir zeminde buluştuğu “ırksal ayrıcalık/ üstünlük” inancı gibi. Siyonist yetkili Gerhart Holdheim, Süddeutsche Monatshefte adlı, önde gelen anti semitiklerin de görüş belirttiği bir yayının Yahudi sorununa ayırdığı sayısında şunları yazıyordu: “Siyonist program, ulusal bir temelde homojen ve bölünmez bir Yahudilik anlayışını kapsar. Dolayısıyla Yahudiliğin ölçütü dini ikrar değil, kan ve tarihi bağlarla birbirine bağlı (…) bir ırksal topluluğa ait olma duygusudur.” Siyonistler, faşistlerle aynı dili, aynı terminolojiyi kullanıyordu. Dolayısıyla Alman faşistlerinin Siyonist kavramları hoş karşılamalarında şaşılacak hiçbir şey yoktu. Nazi Partisinin baş ideoloğu Alfred Rosenberg Die Spur des Juden im Wandel der Zeiten (The Track of the Jew Through Ages – Yahudi’nin Çağlar Boyunca İzi) adlı 1937 tarihli kitabının 153. Sayfasında şunları yazdı: “Siyonizm kuvvetli biçimde desteklenmelidir böylece yıllık olarak belirli sayıda Alman Yahudisi Filisin’e nakledilecek ya da en azından ülkeden çıkacaktır.”

30 Ocak 1933’te Hitler’in iktidara gelişinin ardından gerçekleşen Yahudileri toplumdan dışlamaya yönelik anti semitik uygulamalar için anti Siyonist olduğu kesinlikle söylenemeyecek İngiliz tarihçi Christopher Sykes, 1965 tarihli Crossroads to Israel (İsrail’e Giden Yol) adlı kitabında şunları yazdı: “Siyonist liderler, Nazi felaketinin daha en başından bu trajediden politik avantaj devşirmeye kararlılardı.”

Siyonistlerin bu sürece dair ilk kamuya açık beyanı koyu bir Siyonist olan Berlin Hahamı Dr. Joachim Prinz’den geldi. Prinz, Hitler’in iktidara gelişini “Yahudi’nin Yahudiliğine dönüşünün başlangıcı” olarak tanımladı. Alman Yahudilerine yönelik faşist terörün yükselişinine dair “Artık hiçbir saklanacak yer bizi saklamayacak. Asimilasyon yerine Yahudi ulusunun ve ırkının tanınmasını istiyoruz,” ifadelerini yazdı. Almanya Siyonist Birliğinin yayın organı Jüdische Rundschau’da 13 Nisan 1933’te şu ifadeler yayınlandı: “Siyonizm, Yahudi sorununu tanıyor ve bu sorunun verimli ve yapıcı bir tutumla çözülmesini istiyor. Bu amaçla, Siyonizm herkesten gelecek yardıma talip; Yahudilere dost olanların yanı sıra Yahudilere düşman olanların yardımına da çünkü Siyonizm’e göre bu duygusal bir mesele değildir çözümü tüm halkları ilgilendiren bir problemle uğraşmaktır.” Siyonizm, bu argümanla faşistlerle aynı çizgiyi benimsiyordu.

Hitler’in iktidara gelişinden sonra Siyonistlerden ilk resmi açıklamaysa 21 Haziran 1933’te Almanya Siyonist Birliğinden (Zionistische Vereinigung für Deutschland) geldi. “Almanya Siyonist Birliğinin Yeni Almanya’da Yahudilerin Pozisyonuna Dair Deklarasyonu” başlıklı açıklamada “Bizce yeni Alman devletinin ilkelerinden biri olan ulusal yükseliş, uygun bir çözümü mümkün kılabilir,” ifadelerine yer verildi. Kan ve ırk bağı, özel ruh gibi Nazilerle ortak faşist terimlerin sıkça kullanıldığı açıklamada faşist tezler onaylanıp tekrarlandıktan sonra faşist devletin tanındığı belirtildi: “Irk ilkesini ortaya koyan yeni devletin toprakları üzerinde topluluğumuzun yapısını öyle bir düzenlemek istiyoruz ki bize ayrılan alanda bir anayurda yönelik verimli bir uygulama bizim için de mümkün olsun.” Sonuç olarak Siyonistler, Hitler yönetimine karşı çıkan anti faşist güçlerin mücadelesini kınıyordu; anti faşist güçler 1933 baharında Hitler Almanyasına karşı boykot ilan etmişti, açıklamada boykotla ilgili şu ifadelere yer veriliyordu: “Almanya’ya karşı yürüttükleri boykot propagandası doğası gereği Siyonizm’e aykırıdır çünkü Siyonizm kavga değil ikna ve inşa etmek ister.”

Hatırlamakta yarar var ki bu açıklama yapıldığında Yahudilere yönelik ayrım ve eziyet süreci çoktan başlamış ve 1 Nisan 1933’te bütün Almanya’yı kapsayan büyük bir pogromla zirveye ulaşmıştı. Mart ayının ilk günlerinde Almanya’nın çeşitli yerlerinde Yahudiler kötü muamelelere maruz kalmış, örneğin 11 Mart 1933’te Brunswick’te Yahudi esnafın dükkânları yağmalanmış, 13 Mart 1933’te Breslau Adalet Sarayı önünde Yahudi avukatlar tartaklanmıştı.

24 Ağustos 1933’te gerçekleştirilen 18. Dünya Siyonist kongresinde Alman Yahudilerinin durumu tartışmaya açıldığında kongre başkanlığı bunu önlemek için hamle yaptı ve ayrıca kongrede Almanya’ya karşı boykot önerisi reddedildi; bunun yerine Alman Yahudilerinin göçüne vurgu yapıldı. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde değineceğimiz Revizyonist Siyonistler, karara tepki göstererek salonu terk etti; fakat Nazilerle farklı biçimlerde ilişkiler kurdular ki yazımızın son bölümünde bu ilişkileri detaylıca inceleyeceğiz.

24 Ağustos 1933’teki Dünya Siyonist Kongresinde Nazi Almanyasının boykotunun reddine dair 25 Ağustos 1933 tarihli New York Times haberi. https://www.nytimes.com/1933/08/25/archives/zionists-reject-boycott-of-reich-revisionists-quit-meeting-after.html

Elbette Siyonistler, Nazi Almanyası tarafından ödüllendirildi. Başta Siyonist olmayan Yahudiler olmak üzere Almanya’daki tüm anti faşist güçler çok ağır baskı altındayken; pek çok organizasyonun üyesi hapiste ya da toplama kamplarındayken Siyonistlerin önüne herhangi bir engel konulmadı.

Yahudi İnancına Sahip Alman Vatandaşları Merkez Birliği, 1933 öncesinde dahi Nazi basınında baş Yahudi düşmanlar olarak gösteriliyordu. 1 Mart 1933’e gelindiğindeyse kurumun merkez bürosu Nazi güçleri tarafından işgal edildi ve kapatıldı. 5 Mart 1933’te kurum Thüringen’de yasaklandı. Nazi Almanyası, diğer Siyonist olmayan Yahudi kurumlara da cephe almıştı; Alman milliyetçisi Yahudilik çizgisini benimseyen Reich Yahudi Gaziler Birliği gibi. Ayrıca Ulusal Alman Yahudileri Birliği de kapatılan kurumlar arasındaydı.

1933 sonbaharında Alman Yahudileri Reich Temsilciliği kuruldu, tüm Yahudi kurumlar bu temsilciliğe dahil edildi ve Siyonistlere liderlik pozisyonu verildi.

Pek çok gazete yasaklanmışken ya da doğrudan Propaganda Bakanlığı denetimi altında çıkarken Siyonist yayınlara herhangi bir kısıtlama getirilmedi. 1 Nisan 1933’teki pogromu “Yahudilerin uyanış ve Rönesans günü olabilir,” şeklinde değerlendiren Siyonist Jüdische Rundschau gazetesi, 1938’e kadar çıkmaya devam etti. Siyonist gazetelerin yanı sıra Siyonist yayınevleri de kısıtlamalardan muaftı. 1938’e kadar Jüdischer Verlag ve Schochen Verlag yayınevleri Berlin’de faaliyet gösterdi ve Siyonist literatürü hiçbir engelle karşılaşmadan yayınladı. Nazi Almanyasında Weizmann, Ben Gurion ve Arthur Rippen gibi Siyonistlerin kitapları hiçbir yasal sınırlama olmaksızın basılmayı sürdürdü.

                                                                 ***

Nazi Almanyasında Siyonistler ve faşistler arasında ekonomik işbirliğinin de oldukça erken dönemde başladığını görüyoruz. Polkehn’in makalesi ile bu süreci de inceleyelim.

Mayıs 1933’e gelindiğinde Filistin’de faaliyet gösteren Siyonist narenciye şirketi Hanotea, Almanya’dan sermaye transferi için izin istemiş ve böylece Haavara (Transfer) anlaşmasına giden yolu açmıştı.

Hanotea, Almanya’dan mal satın aldı ve aldıklarının parasını Yahudi göçmenlerin Almanya’daki banka hesaplarından ödedi. Yahudi göçmenler, banka hesaplarından yapılan ödemenin karşılığını Filistin’de gayrimenkul olarak aldılar. Bu süreç, Siyonist liderlerce başarılı bir adım olarak görüldü; sonrasında Haavara müzakereleri başladı.

Haavara müzakerelerinin başlama sürecinin nasıl geliştiğine dair çeşitli anlatılar var. Bunlardan birine göre faşist yöneticilerle müzakere girişimi, projeyle Filistin’deki Anglo-Filistin bankası genel müdürü Hoofien’in ilgisini çeken Almanya Siyonist Birliğinden geldi. Polkehn’in, Kurt-Jacob Ball-Kaduri’nin 1963 tarihli Das Leben der Juden in Deutschland 1933 (Life of the Jews in Germany in 1933 – 1933 Almanyasında Yahudilerin Yaşamı) kitabından aktardığına göre Hoofien, 1933’te Berlin’e gelerek Reich Ekonomi Bakanlığının kıdemli müşaviri Hartenstein ile görüştü. Bu nedenle Haavara anlaşması sıkça Hoofien anlaşması şeklinde de adlandırılır ki bu adlandırma, olayın tüm sorumluluğunu Hoofien’in şahsına indirgemektedir; halbuki Hoofien’in dahli anlaşmanın içerdiği transfer konularıyla ilgili uzman bir profesyonel bankacının varlığının gerekliliğinin sonucudur ki böyle önemli bir sürecin özel bir girişim olarak ortaya çıkamayacağı ve Siyonist kurumların izni olmadan uygulanamayacağı açıktır. Nitekim müzakerelerin Berlin’de bizzat dönemin Yahudi Ajansı siyasi daire başkanı Haim Arlosoroff tarafından yürütüldüğü 30 Haziran 1959’da Knesset dış politika ve güvenlik komisyonu başkanı Meir Argov tarafından açıklandı. Ve dahi anlaşma 1935’teki Dünya Siyonist kongresi tarafından resmi olarak onaylandı.   

Polkehn’in Ball-Kaduri’den aktardığına göre Haavara anlaşması sürecinde Reich Ekonomi Bakanlığı tarafından Hoofien’e gönderilen bir mektup ile sorunsuz biçimde sonuca varıldı.

Anlaşmanın sonucu olarak iki şirket kuruldu: Tel Aviv’de Haavara ve ona kardeş şirket olarak Berlin’de Paltreu. Prosedür şöyle uygulanıyordu: Yahudi göçmen, Haavara kapsamındaki Alman bankalarına (Berlin’de Wasserman Bank ya da Hamburg’da Warburg Bank) ödeme yapıyordu – minimum tutar bin Sterlin civarındaydı. Bu parayla Yahudi ithalatçılar Filistin’e ihraç etmek için Alman malları alıyordu ve eşit miktarı Filistin poundu olarak Filistin’deki Anglo-Filistin bankasına yatırıyordu. Yahudi göçmen, Filistin’e vardığında bu hesaptan Almanya’da ödediği meblağın eşdeğerini alıyordu – Polkehn, Ball-Kaduri’den bunun oldukça yüksek masrafları ödedikten sonra gerçekleştiğini aktarıyor.

Havaara anlaşmasının getirdiği Filistin’e göçlerle bağlantılı olarak Siyonistler, kendi taşımacılık şirketlerini kurdular: Filistin Taşımacılık Şirketi. Şirket, “Hohenstein” adlı Alman yolcu gemisini satın aldı ve geminin adını “Tel Aviv” olarak değiştirdi. Geminin ilk yolculuğu, 1935 başlarında Almanya’nın Bremerhaven limanından Filistin’in Hayfa limanına gerçekleşti. Üzerinde “Tel Aviv” adı yazan ve direğinde svastikalı bayrak bulunan bu geminin kaptanı Leidig ise kayıtlı bir Nazi Partisi üyesiydi.  

Fotoğraf: https://www.invaluable.com/auction-lot/photo-of-tel-aviv-ship-with-the-nazi-flag-71-c-d904129964

Haavara anlaşması, Nazi Almanyasına yönelik boykota önemli bir darbe oldu. Dönemin Nazi Almanyası İç İşleri Bakanı Stuckart, yayınladığı 17 Aralık 1937 tarihli genelgede Haavara anlaşmasının başlıca avantajlarından biri olarak Filistin’in Almanya mallarının Yahudiler tarafından boykot edilmediği tek ülke oluşunu gösterdi. Aynı zamanda Haavara, Filistin’e yapılan Yahudi göçlerini genişletti ve Filistin’de Siyonistlerin konumunun güçlenmesini beraberinde getirdi. Yahudi göçmenler beraberlerinde pek çok şeyin yanında ekonomik bilgi birikimi de götürdüler. Almanya’dan Filistin’e göç eden Yahudiler minimum bin Sterlin ödemek zorunda oldukları için bu durum Yahudi göçmenler için “seçicilik” oluşmasına neden oldu. Yalnızca üst sınıf Yahudiler Filistin’e göç edebiliyor; diğer Yahudiler Nazi Almanyasında kaderlerine terk ediliyordu.

Haavara transferleri ile “İsrail”in kuruluşundan önce Filistin’deki Siyonist ekonomi hızla büyüdü ve Polkehn’in Feilchenfeld’den aktardığına göre Almanya’dan Filistin’e döneme göre çok ciddi bir miktar olan toplam 139.6 milyon Reichmark aktarıldı. Polkehn’in 1961’de basılan Haim Weizmann, A Biography by Several Hands (Haim Weizmann, Birkaç Usta İmzadan Bir Biyografi) adlı çalışmadan aktardığına göreyse toplam miktar, Sterlin olarak 8 milyondu.

Bu nedenle “İsrail”deki en önemli projelerin Almanya’dan gelen göçmenler tarafından kurulmuş ya da yönetilmiş olması rastlantı değildir. Polkehn’in 1976’da verdiği örneklerden bazıları şunlar: Filistin’deki en büyük döküm ve çimento sanayisi bir dönem Berlin elektrik ve su şirketinin yöneticiliğini yapan Dr. Karl Landau tarafından kuruldu. Berlin’den Dr. Arnold Barth, Hamburg’dan Dr. Siegfried Sahlheine ve Breslau’dan Herbert Förder, Bank Leumi’nin ilk organizatörleriydiler. Chemnitz’den Yekutiel ve Sam Federmann bazı en önemli “İsrail” firmalarının kurucularıydılar vs.

Siyonistler ve Almanya faşizmi arasındaki tüm ekonomik sözleşmeler Nazi Almanyasının tüm kurumları tarafından onaylıydı. Ancak 1936’da Arap isyanının başlamasından sonra çeşitli faşist kurumlar arasında Haavara anlaşmasının yürürlükte kalmasının faydalı olup olmayacağına dair görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Dışişleri Bakanlığı, Siyonizm’e bilfiil verilen desteğin Araplarda Almanya’ya karşı düşmanlığa yol açabileceğini bunun da ülkenin yararına olmayacağını fark etti. Almanya’nın Kudüs Başkonsolosu Döhle, bu görüşün sözcüsüydü ve yayınladığı 22 Mart 1937 tarihli genelgede Almanya’nın Yahudi göçünü teşvikinin hüsranla sonuçlanabileceğine değindi. Ancak gayet tabii ki Döhle’nin kaygısı Arapların durumu değil Alman faşizminin politik çıkarlarıydı. Dolayısıyla Döhle, Almanya’nın Filistinli Arapların Almanya sempatisi için gereğinden fazla endişe duymaması gerektiğini çünkü Almanya için gerekli olanın aktif bir Arap siyaseti meselesi bile değil Yahudi ulusal yurdunun inşasına verilen göze çarpan teşvikten kaçınmak olduğunu da kaydetti.

Döhle’nin düşünceleri başka faşist yöneticiler tarafından da paylaşılıyordu. Nazi Partisinin dış ülkeler departmanına bağlı dış ticaret ofisi, tüm açıklığıyla şunu ifade etti: “Siyasi açıdan Haavara anlaşması, Alman sermayesi yardımıyla Yahudi ulusal yurdunun kurulmasına ciddi bir destek verilmesi anlamına geliyor.”

Nazi Almanyası İçişleri Bakanı Stuckart tarafından yayınlanan ve önceki paragraflarda da bahsettiğimiz 17 Aralık 1937 tarihli genelgede ayrıca şu da ifade edildi: Arap isyanı başladığından bu yana Haavara anlaşmasının avantajlarını azalmış ve dezavantajları artmıştı. Stuckart’a göre “Şayet Yahudi devletinin kurulması kaçınılmazsa böyle bir devletin büyümesini sağlayacak her şeyden kaçınılmalı”ydı. Stuckart, Haavara’nın Filistin’deki Siyonist kolonilerin muazzam bir hızla büyümesine en büyük katkıyı yaptığını; Haavara ile yalnızca çok büyük miktarlarda paranın değil göçmenler arasında en zeki insanların ayrıca gerekli makineler ve endüstriyel ekipmanların da Almanya’dan transfer edildiğini deklare etti.

Bu yetkililerin korkuları en sonunda Hitler’e sunuldu. (Yazımızın ilerleyen kısımlarında SS ve Gestapo’nun da Siyonizmle işbirliği konusunda bu yetkililerden farklı düşündüğünü göreceğiz.) Dışişleri Bakanlığının siyasi ticaret departmanının 27 Ocak 1938 tarihli genelgesinde görüldüğü üzere Hitler, Haavara anlaşmasının yürürlükte kalmasına karar verdi. 12 Kasım 1938’de Nazi Partisinin dış ülkeler departmanı yeniden bir genelge yayınlayarak “Haavara anlaşmasının gecikmiş iptali için bir girişim başlatılması gerektiğini” deklare etti. Dışişleri Bakanlığı ve Nazi Partisinin dış ülkeler departmanından gelen şikâyetler, Hitler’in Haavara anlaşmasına yönelik olumlu tutumunda herhangi bir değişiklik yapmadı.

Polkehn, Hitler’in Filistin’e kitlesel göçün teşviki emrini belirgin bir kararlılıkla verdiği gerçeğinin Jon ve David Kimche tarafından da onaylandığını aktarıyor. Ayrıca Yahudi göçünün bütün uygun araçlarla daha çok teşvik edilmesi gerektiği şeklindeki temel kararın yine Hitler tarafından alındığı ve tabii ki “Führer”in bu göçün her şeyden önce Filistin’e yönlendirilmesi gerektiği fikrinde olduğu da Jon ve David Kimche tarafından tasdik ediliyor.

Gazeteci Winfried Martini de Arap isyanları (1936-1939) sırasında önde gelen faşist çevrelerin Siyonist yanlısı bir tutum sergilediklerini onaylıyor. Deutsche Allgemeine Zeitung Filistin muhabiriyken yaptığı haberlerin “gayet açık biçimde Yahudilerin tarafında olduğunu” ve hiçbir Nazi görevliden herhangi bir karşı çıkış görmediğini 1961’de Christ und Welt adlı haftalık gazetede yazdığı Hitler ve Yahudiler başlıklı yazısında kaydediyor.

Dolayısıyla Haavara anlaşmasının garantörünün bizzat Hitler olduğunu ve İkinci Dünya Savaşı patlak verene kadar anlaşmanın yürürlükte kaldığını görüyoruz.

Haavara anlaşmasına karşı çıkan Revizyonist Siyonizm’in ve Revizyonist Parti lideri Jabotinsky’nin genelde faşizm ve özelde Nazizim ile ilişkilerini yazımızın son bölümünde detaylıca inceleyeceğiz. Şimdilik şunu ifade edebiliriz ki Revizyonistlerin Haavara’ya karşı çıkışı ilkesel değil kendilerinin muhatap alınan taraf olmamaları temelindeydi.

                                                                     ***  

Nazilerle Siyonistlerin istihbarat ilişkileri de oldukça erken dönemde başladı. Siyonistler, Almanya’da faşizmin iktidara gelişinin ilk günlerinden itibaren faşist baskı aygıtlarına doğrudan bağlıydı ve bu bağlılık, SS ve Gestapo gibi Nazi terör örgütleri ile Siyonist liderlik arasında gevşek bir işbirliğine dönüştü. Henüz 1933’e dahi gelmeden Siyonist yetkili Leo Plaut, 1933-34’te Gestapo’nun liderliğini yapacak olan yüksek rütbeli SS subayı Rudolf Diels ile bağlantılara sahipti. İkilinin okul arkadaşı olduğu düşünülüyor. Diels, Gestapo lideri olduğunda da ikilinin birbirleriyle iletişimleri devam etti. Polkehn’in Bal-Kaduri’den aktardığına göre Plaut, Diels’in özel telefon numarasını dahi biliyordu ve onu istediği zaman arayabiliyordu. Polkehn, 1976 tarihli makalesinde bu ikili arasındaki iletişimin detaylarının Kudüs’teki Yad-Vashem arşivlerinde kilit altında olduğuna değiniyor. Bugün Yad-Vashem arşivinin ilgili kısmına ve belgelere çevrimiçi olarak ulaşmak mümkün. (https://collections.yadvashem.org/en/documents/3549477)

Yıllar sonra Nürnberg mahkemelerince hakkında idam hükmü verilecek olan Prusya Başbakanı Hermann Göring ile Almanya’daki Siyonist organizasyonlar arasında gerçekleşen 26 Mart 1933 tarihli toplantının da Plaut ve Diels arasındaki iletişim vasıtasıyla düzenlendiği düşünülüyor. Polkehn, toplantıya katılan Siyonist temsilciler arasında Kurt Blumenfeld’in de olduğunu fakat Blumenfeld’in anılarında bu konuda sessiz kaldığını kaydediyor.  

Faşist devletin tüm polis ve güvenlik aygıtlarına hakim SS örgütü ile Siyonistler arasındaki işbirliğinin bir diğer örneğine bakalım. Nazilerin iktidara gelişinden kısa bir süre sonra Nazi propagandası yayın organı Der Angriff, “Bir Nazi, Filistin’e Seyahat Ediyor” başlıklı, 12 yazıdan oluşan ve Filistin’deki Siyonist yerleşimci kolonyalizmden övgüyle bahseden bir yazı dizisi yayınladı.

Nazi Propaganda Bakanı Goebels, bu yazı dizisinin; Siyonistler ve Naziler arasında Alman Yahudileri göç ettirmek ortak hedefine dayanan işbirliğinin hatırası olarak bir yüzünde svastika, diğer yüzündeyse Davut Yıldızı yer alan bir madalyon yaptırdı.

Fotoğraflar: https://www.kedem-auctions.com/en/content/nazi-medallion-swastika-and-star-david%E2%80%93-nazi-travels-palestine-1934

Der Angriff’teki 12 adet yazıyı yazan ve “Lim” müstearını kullanan Nazi, SS bünyesinde üsteğmene denk bir rütbe sahibi olan Liopold von Mildenstein’dı.

Mildenstein, SS’in güvenlik departmanı SD bünyesinde aktifti. Başlangıçta Nazi Partisinin iç güvenlik birimi olarak kurulmuş bulunan SD, 1934’ten itibaren faşist diktatörlüğün en etkili iç politika gizli servisi hâline gelmişti. Ayrıca SD, politik komuta organizasyonu ve faşist güvenlik polislerinin kadro inşası organı olmuştu. Açıkça Siyonist yanlısı yazılar yazmak için Mildenstein’ın seçilmesi tesadüf değildi. Mildenstein, SD bünyesinde 1934’te kurulan Yahudi İşleri Biriminin başkanlığını yapıyordu. Polkehn’in Winfred Martini’den aktardığına göre Mildenstein’a Filistin gezisi esnasında Siyonist yetkililer gizlice tavsiyeler ve bilgiler verdi. Mildenstein’ın başkanlık ettiği Yahudi İşleri Birimi, 1938’e kadar faşist yönetimin Yahudi politikasından sorumluydu. Bu politika, SS’in resmi yayın organı Das Schwarze Korps’ta, 15 Mayıs 1935 tarihinde şu sözlerle formüle edilmişti: “Filistin’in bin yıl önce kaybettiği çocuklarına yeniden kavuşacağı zaman çok da uzak olmayabilir. Dileklerimize devletin iyi niyeti de eşlik ediyor.”

Tahmin edilebileceği gibi SS’in Siyonist yanlısı politikalarını Siyonistler ve faşistler arasında resmi bir anlaşmanın yansıması değil Mildenstein’ın kişisel tutumu olarak gösterme girişimleri oldu fakat Das Schwarze Korps’taki bu sözler bu anlatıyı tamamen çürütüyor. Ve dahi Mildenstein, Der Angriff’te çıkan yazılarını 1941’de kitaplaştırdı; bu kez Siyonist yanlısı eğilimi maskesiz bir anti semitizme dönüşmüş bulunuyordu.

Siyonist yetkililerle Nazi Almanyası istihbaratı arasındaki irtibatlar sürdü. 1936’da SD ana bürosunda basın ve kütüphane merkez departmanı yöneticiliği görevine, ardından SD bünyesinde çok daha yüksek bir mevkiye gelen Franz Six’in 17 Haziran 1937 tarihli raporu, bu irtibatlardan birini ayrıntılarıyla ortaya koyuyor. Yazıldığı dönemde gizli olarak sınıflandırılmış rapora bugün Wiener Holokost Kütüphanesi Arşivinden çevrimiçi erişim mümkün. (https://wiener.soutron.net/Portal/Default/en-GB/recordview/index/106540)

Rapor, Feivel Polkes adlı Hagana’da komutanlık görevindeki bir Siyonist temsilcinin Berlin ziyareti üzerine.

SD Yahudi İşleri Birimi başkanlığına Mildstein’dan sonra gelen ve SS bünyesinde kurmay çavuş dengi bir rütbe sahibi olan Herbert Hagen’in belgelerine göre Feivel Polkes, Filistin’deki Yahudilerin bütün bir savunma aygıtının lideriydi.   

Polkes, Filistin’de Alman Haber Ajansı muhabirliği yapan ve SD’nin Filistin’deki espiyonaj ağında aktif olan Dr. Reichert ile yakın temaslara sahipti. Bu halka, Hayfa’da yaşayan ve tüccarlık yapan SD ajanı Otto von Bodelschwing tarafından yönetiliyordu. Polkes’e Almanya vizesi Dr. Reichert tarafından sağlandı. 

Polkes, 26 Şubat 1937’den 2 Mart 1937’ye kadar Berlin’de kaldı ve Nazi rejimini temsil eden SD ajanlarıyla birkaç görüşme yaptı. Polkes’in görüşme yaptığı kişilerden biri de o dönem SD Yahudi İşleri Birimi yönetimini devralmış bulunan, SS bünyesinde yüzbaşı dengi bir rütbeye sahip ve sonraki yıllarda “Nihai Çözüm”ü Hitler’e sunacak olan Adolf Eichmann’dı. Polkes, Eichmann’a “Her şeyden önce Filistin’e Yahudi göçünü hızlandırmakla ilgilendiğini böylece Yahudi nüfusunun Arap nüfusunu aşacağını” söyleyerek işbirliği teklif etti. Bu amaçla İngiltere ve Fransa gizli servisleriyle çalışmıştı ve Hitler Almanyası ile de işbirliği yapmak istiyordu. Hagen’in belgelerinden bir başka bilgiye göre Polkes, “kişisel hedefleriyle çelişmediği sürece Almanya’ya enformasyon formunda hizmet vermeye hazır olduğunu ayrıca diğer şeylerin yanı sıra Almanya’nın Ortadoğu’daki dış politika çıkarlarını kuvvetli biçimde destekleyeceğini” kaydetti. 1967’de Alman gazeteci ve yazar Heinz Höhne, Polkes’in teklifini “Bunun ardında açıkça Hagana’nın göç politikası yatıyor,” şeklinde yorumlayacaktı.

SS, Polkes’in işbirliği niyeti Franz Six’in belirttiği gibi derhal ödüllendirdi: “Alman Yahudileri Reich Temsilciliği üzerinde Yahudilerin Almanya’dan yalnızca Filistin’e olmak üzere göçü için baskı kuruldu.” Bu tam olarak Siyonistlerin istediği şeydi. Franz Six şunu da ekliyor: “Böyle bir uygulama tamamen Almanya’nın çıkarınadır ve hâlihazırda Gestapo tarafından hayata geçiriliyor.”

Hagana komutanı Feivel Polkes, Siyonistler ve faşistler arasındaki işbirliğinin gelişimi için elinden geleni yaptı hatta Eichmann’ı Hagana’nın misafiri olarak Filistin’e davet etti. Franz Six, şunları kaydediyor: “İrtibat kurma çalışmalarında Eichmann’ın adı herkesten önce akla geliyordu. Eichmann, Polkes Berlin’de kaldığı süre içinde onunla görüşmelerde bulundu ve Polkes tarafından kendi rehberliğinde Filistin’deki Yahudi kolonilerini görmesi için Filistin’e davet edildi.”

Polkehn, Eichman ve Hagen’in Filistin ziyareti meselesinin Siyonizm ve Nazi Almanyası arasındaki işbirliğinin yalnızca bir bölümü oluşuna; fakat üzerine ciddi yalanlar ve mitler üretilen bu meselenin hem anlamlı hem de açıklayıcı olduğuna değiniyor. Siyonist yazarlar, Yahudi katili Adolf Eichmann’ın Filistin’e Hagana tarafından davet edildiği gerçeğini itiraf etmek yerine suçu üzerlerinden atmaya çalışarak Eichmann’ın ziyaretinin amacının Filistinli isyancılarla irtibata geçmek hatta Kudüs müftüsü Hacı Emin el Hüseyni ile birlikte bir komplo kurmak olduğunu iddia ettiler. Polkehn, bu mitin ünlü Siyonist Simon Wiesenthal tarafından 1947’de icat edildiğini ve zaman içinde gelişip büyüdüğünü öyle ki Eichmann’ın biyografisini yazan Corner Clarke’ın Eichmann’ın Filistinli isyancılara vermek üzere yanında 50 Bin Dolar değerinde Nazi altını taşıdığı iddiasında bulunduğunu kaydediyor. 

Bu tür mitler gerçekte olanlarla karşılaştırıldığında “İsrail” devletinin Eichmann’ın yargılanmasının başka bir yerde değil “İsrail”de gerçekleşmesi için kaygılanıp uğraşmasının bir nedeni açıklığa kavuşuyor: Siyonistlerle Nazilerin irtibatları yalnızca “İsrail”de kamuoyundan gizlenebilirdi. Ayrıca yalnızca orada Eichmann yargılanırken üzerinde yeterince baskı oluşturularak mahkeme önünde yalan beyanda bulunması sağlanabilirdi. Nihayetinde Eichmann duruşmada “Evet,” dedi, 1937’deki Filistin gezimin amaçlarından biri de El Hüseyni ile temasa geçmekti.” Savcı, Emin el Hüseyni tarafından yazıldığı iddia edilen ve Eichmann’dan “Araplar için bir mücevher” şeklinde bahseden bir belge sunmuştu. Bu “kanıt” öylesine bariz biçimde uydurmaydı ki “İsrail” yanlısı Allgemeine Zeitung dahi 28 Haziran 1961’de bu belgenin değerinin şüpheli olduğu sonucuna vardı. Siyonist projeyi, “İsrail”i meşru gördüğü bilinen Hannah Arendt dahi Eichmann in Jerusalem (Eichmann Kudüs’te) kitabında Eichmann ile El Hüseyni arasındaki irtibatlara dair iddiaların asılsız olduğu sonucunu kaydetti. Bu konudaki en açık kanıt ise Eichmann ve Hagen’in gezisine dair SS lideri Himmler’in gizli arşivindeki rapor. Polkehn, raporunun özetini şöyle aktarıyor: “Eichmann ve Hagen, 26 Eylül 1937’de Berliner Tageblatt gazetesi editörleri sahte kimliğiyle Berlin’den ayrıldılar ve 2 Ekim 1937’de Romanya adlı gemiyle Hayfa’ya vardılar. İngiliz yetkililer, iki SS görevlisinin karaya inmesine izin vermedi. Bunun sonucunda Eichmann ve Hagen, Mısır’a gittiler. Fakat Mısır’da Emin el Hüseyni ile değil eski tanıdıkları Feivel Polkes ile görüştüler.” Eichman ile Hagen, Polkes ile 10 ve 11 Ekim 1937’de Kahire’de Groppi Kafe’de görüşmeler yaptılar. Himmler’in gizli arşivindeki gezi raporu, ikilinin Polkes ile konuşmalarının tam çevirisini içeriyor; Polkehn, Polkes’in Nazilerin karşısında Siyonist planlarını hemen ve tüm açıklığıyla ortaya koyduğunu kaydediyor. Eichmann ve Hagen tarafından not edilen Polkes’in ifadeleri Siyonist-Nazi irtibatları açısından ilgi çekici olmasının yanı sıra Siyonistlerin yayılmacı politikalarına dair bir kanıt olarak da önemli. Polkes’in söyledikleri şöyle:” Siyonist devlet mutlaka ve bir an önce kurulmalıdır, böylece Filistin’e Yahudi göçmen akını çekilecektir. Peel Raporunda ortaya koyulan mevcut önergelere göre ve İngiltere’nin kısmi sözleri doğrultusunda Yahudi devleti kurulduğunda o zaman sınırlar istenildiği gibi genişletilebilir.” Polkes, ardından şu sözlerle Almanya’daki anti semitik terörü övüyor: “Milliyetçi Yahudi çevreler, Yahudilere yönelik radikal Alman politikasından duydukları büyük memnuniyeti, bu politika ile Filistin’deki Yahudi nüfusunun artacağını, böylece yakın gelecekte Filistin’de Yahudi nüfusunun Arap nüfusunu geçeceğinin tahmin edilebilir olduğunu ifade ediyorlar.” Ayrıca Polkes bir kez daha, Yahudilerin Almanya’dan çıkarılmasının hızlandırılmasının gerekliliğine işaret ediyor ve SD’ye gizli enformasyon sağlamaya hazır olduğunu yineliyor. Raporda, Polkes’in hemen verdiği iki “enformasyon” da Eichmann tarafından not alınmış bulunuyor: Birincisi, Arap ulusal hareketine karşı faşist düşmanlığı uyandırmak temelinde. Eichmann’ın notlarında Polkes şunları söylüyor: “Berlin’de gerçekleşen Dünya İslam Kongresi, iki Sovyet yanlısı Arap liderle, Emir Şekib Arslan ve Emir Adil Arslan ile temas halinde.” Polkes’in verdiği ikinci “enformasyon” ise Almanya’da faşizm ve anti semitik teröre karşı ön saflarda olan Alman Komünist Partisi hakkında. Eichmann, notlarında şu ifadelere yer veriyor: “Almanya’daki radyo yayını özellikle güçlü olan illegal Komünist yayın istasyonu, Polkes’in bildirdiğine göre, yayın başladığında Almanya-Lüksemburg sınırı boyunca giden bir kamyona monte ediliyor.” Polkehn, Polkes’in bu sözlerinin Siyonistlerin kimleri liderleri kimleri ise karşıtları olarak gördüklerine dair dikkat çekici bir bilgi ortaya koyduğunu kaydediyor.

10-11 Ekim 1937’de Eichmann ile Hagen’in Polkes ile görüştükleri Kahire’deki Groppi Kafe, günümüz. Fotoğraf: https://scenehome.com/Architecture/A-Walk-Through-Downtown-Cairo-s-Timeless-Architecture

Tabii ki bu görüşmeler münferit ve rastlantısal olaylar değildi; görüşmeler Siyonistler ve faşistler arasında uzun vadeli bir işbirliği çerçevesine evrildi. Eichmann ve Hagen’in gezisinden kısa bir süre sonra Hagana tarafından İngiltere’nin Peel Raporunun sonucu olarak Filistin’e Yahudi göçünü kısıtlamasının ardından kurulmuş bulunan Mossad LeAliyah Bet adlı illegal göç organizasyonu ile Siyonistler ve faşistler arasındaki işbirliği pekiştirildi. 1937 sonlarında bu kurumdan elçiler, Berlin’deki faşist yetkililerin izniyle Berlin-Charlottenburg’daki Meineckestrasse’de yer alan Reichsvereinigung (Reich Yahudileri Derneği) dahilinde faaliyet göstermeye başladı. Pina Ginsburg ve Moshe Auerbach bu amaçla Filistin’den Almanya’ya gelmişlerdi.

Jon ve David Kimche, Secret Roads (Gizli Yollar) adlı kitaplarında Ginsburg’un Berlin’e vardığı tarihi 1938 yazı olarak kaydediyorlar. Polkehn, kitaptan şunları aktarıyor: “Ginsburg, Gestapo’ya kendisini resmi olarak ‘Komünal Yerleşimler Birliği’ elçisi olarak tanıttı. Berlin’de özel bir misyon için bulunduğunu, görevinin Nazi hükümetinin niyetleriyle örtüştüğünü, amacının Alman Yahudilerinin Filistin’e göçünü organize etmek olduğunu deklare etti. Bu proje, yalnızca Nazi liderlerinin desteğiyle geniş çapta uygulanabilirdi. Ardından Gestapo ve Ginsburg, İngiliz manda hükümetinin iradesine aykırı olarak Filistin’e illegal Yahudi göçünün nasıl teşvik edilip genişletilebileceğini tartıştılar.”

Bu arada faşist yetkililer Alman Yahudileri üzerindeki baskı yöntemlerini değiştirmişlerdi. Artık Filistin’e göçün düzenlenmesini yalnızca Siyonist organizasyonlara bırakmıyorlardı. Mart 1938’de Hitler Almanyası tarafından işgal edilmiş bulunan Avusturya’nın başkenti Viyana’da Adolf Eichmann’ın başında olduğu “Yahudi Göçü Merkez Ofisi” kuruldu. 1938 yazı başlarında Eichmann, Viyana’da bir diğer Siyonist elçiyle, Bar-Gilead ile görüştü. Bar-Gilead, Eichmann’dan göçmenler için eğitim kampları kurmak için izin istedi; böylece göçmenler, Filistin’deki işleri için hazır hâle geleceklerdi. Eichmann, bu izin talebini Berlin’e ilettikten sonra izin verildi ve eğitim kamplarının kurulması için gerekli tüm şartlar sağlandı. 1938’in sonlarına gelindiğinde bin civarında genç Yahudi, bu kamplarda eğitilmişti. Bu arada Ginsburg da Berlin’de faşist yetkililerin yardımıyla benzer kamplar kurmuştu. Jon ve David Kimche şunları kaydediyor: “Berlin’e her şeye hazırlıklı olarak gelmiş bulunan Ginsburg, şeytanla sofraya oturmak ve yemekten kendi payını güvenceye almaktan hiçbir vicdan azabı duymuyordu.”

Polkehn, Hannah Arendt’in Eichmann Kudüs’te kitabından Jon ve David Kimche’nin verdiği bilgileri incelereken yaptığı şu yorumları aktarıyor:

“Filistin’den gelen bu Yahudiler, Eichmann’dan pek de farklı bir dil konuşmuyorlardı; Avrupa’ya Filistin’deki komünal yerleşimlerden gönderilmişlerdi ve kurtarma operasyonlarıyla ilgilenmiyorlardı – bu, onların işi değildi. “Uygun malzeme” seçmek istiyorlardı ve baş düşmanları Yahudiler için Almanya ve Avusturya gibi eski ülkelerinde yaşamı olanaksız kılanlar değildi, Yahudilerin yeni yurtlarına girişlerini engelleyenlerdi; bu düşman kesinlikle İngiltere’ydi; Almanya değil. Bu kimseler, büyük ihtimalle açıkça ortak çıkarlardan bahseden ilk Yahudiler arasındaydılar.”

                                                                     ***    

Yazımızın son bölümünde Siyonizm’in sağ kanadının, Revizyonist Siyonistlerin genelde faşizm ve özelde Nazizm ile ilişkilerini ve İkinci Dünya Savaşı esnasında Hitler’e sundukları ittifak teklifini inceleyeceğiz.

Siyonizm’in sol kanadı, İşçi Partisi (Ben Gurion vs.) ayrıca merkez Siyonist çevreler (Weizmann vs.) faşistlerle irtibatlarını dikkatle kamufle edip kamusal alanda onlara karşı biçimde konuşurken sağ kanat Siyonizm’in, Revizyonist Parti’nin (İrgun’un ve bugünkü Likud Partisinin atası) 1933 öncesinde kadar pek çok fırsatta Hitler ve Mussolini gibi figürlere hayranlıklarını ifade ettiklerini görüyoruz. Polkhen, Joseph Schechtman adlı bir Revizyonist Siyonist avukattan 1932’de Kudüs’te görülen bir davada Cohen adlı Revizyonist Parti üyesi bir avukatın, üniversitede gerçekleşen vahşetin faillerini savunurken Hitler’e büyük bir saygı duyduklarını ve Hitler’in Almanya’yı kurtardığını düşündüklerini, Hitler olmasaydı Almanya’nın dört yıl önce yok olup gideceğini, anti semitizmi bıraksaydı Hitler’in yanında olacaklarını deklare ettiğini aktarıyor.

Avrupa’daki faşist hareketle iyi ilişkiler sürdüren Revizyonist Siyonistlerin lideri Vladimir Jabotinsky, Hitler Almanyası ile yakın ilişkiler kurma girişimiyle de suçlandı. Revizyonist Siyonistlerin Avrupa’daki faşist hareketle ilişkilerine baktığımızda Mussolini’nin bir dönem Revizyonistleri desteklediğini ve dahi İtalya’da Revizyonistlerin donanma askerlerinin eğitimi için bir okul açmalarına izin verdiğini görüyoruz. Ayrıca 1932’de Jabotinsky, Filistin’in İngiltere yerine İtalya mandasında olması önerisinde bulunmuş, Mussolini’nin Yahudi devletinin kurulması davasının ilerlemesi için İngiltere’den daha uygun olduğunu deklare etmişti. Bariz olan şuydu ki çeşitli Siyonist gruplar birbirlerinin benzer faaliyetlerini kamuya karşı kınarken faşistlerle gizli ilişkiler kurmayı başarmak konusunda gizlice rekabet ediyorlardı.

Bu noktada, Haavara müzakerelerini yürüten Haim Arlosoroff suikastine değinmekte yarar var. Haim Arsoloroff, 16 Haziran 1933’te, işgal altındaki Yafa’daki (“Tel Aviv”) “evinde” kimliği belirsiz iki kişi tarafından öldürüldü. Arlosoroff’un eşi, katilin Abraham Stavsky olduğunu teşhis etti; Stavsky, Jabotinsky liderliğindeki Revizyonist Parti’nin aktif bir üyesiydi. Filistin manda yönetimi polisi, şüphelileri tutukladı ancak kısa bir süre sonra serbest bıraktı. Ben Gurion tarafından kurulan Siyonist Mapai Partisinden (İşçi Partisi) polis memuru Yahuda Tannenbaum-Arezki, fail Stavsky’nin kimliğinin açıkça belirlenmesine karşın “Arsoloroff’u Stavsky’nin değil Arapların öldürdüğünü” deklare etti. Jabotinsky de “Katilleri Arapların arasında arayın,” ifadelerini kullandı. Fakat ilginçtir ki birkaç gün sonra, 7 Temmuz 1933’te Ben Gurion –belki de dikkatleri kendi işbirliğinden uzaklaştırmak için- Jabotinsky’yi Alman faşistleriyle işbirliği yapmakla suçladı. (Farklı yerlerde pozisyon alan Siyonistlerin cinayetin faillerini örtbas etmek için yerli Araplara karşı birleşmeleri bir çeşit yerleşimci dayanışması olarak okunabilir.) Davar adlı Siyonist gazetede Temmuz 1933’te çıkan makalesinde Ben Gurion şunları yazdı: “Hitler’in iktidara gelişinden hemen sonra, Yahudilere ve Marksistlere yapılan zulüm doruk noktasındayken Sayın Vladimir Jabotinsky Berlin’e gitti; insanlara seslenerek Siyonizm dahilindeki ve Filistin’deki Marksist ve Komünistlere karşı kışkırtıcı bir konuşma yaptı.” Şayet durum böyleyse, bu Jabotinsky’nin kendisini Nazilerle müzakere partneri olarak oyuna dahil etmek, muhatap kılmak için Siyonistlerle faşistler arasındaki müzakereleri baltalamak istediği anlamına geliyordu. Jabotinsky, Ben Gurion’un suçlamasını 28 Nisan 1933’te Varşova radyosunda yaptığı bir konuşmaya dikkat çekerek çürütmeye çalıştı. Jabotinsky, radyodaki konuşmasında Almanya’ya dünya geneli bir ekonomik boykot başlatılması talebini ve bununla eşzamanlı olarak Filistin’de bir Yahudi devletinin kurulmasının Hitler tehlikesine karşı tek uygun cevap olduğunu dile getirdiğini söyledi. Jabotinsky, burada Siyonist çoğunluğun gerçekleştirdiği Haavara müzakerelerine açık bir gönderme yapıyordu. Ancak Jabotinsky, Filistin’de çıkan Revizyonist Siyonist gazete Hazit Haam’ın bariz faşizm ve Hitler sempatisine itiraz edemezdi. Gazetenin editörleri Hitler’in anti semitizminin farkında olmalarına rağmen Nasyonal Sosyalizm’in gerçek bir ulusal kurtuluş hareketinin unsurlarını taşıdığını düşünüyorlardı. Şu ifadeler Hazit Haam’da çıkmıştı: “Hitler’in hareketinin bir kabuğu ve bir de çekirdeği var; anti semitik kabuk bir köşeye atılmalı; anti Marksist çekirdek değil.”

Elbette ki faşist Almanya için Siyonizm’in çoğunluğu ile işbirliği yapmak, Revizyonist “muhalefet” ile işbirliği yapmaktan daha önemliydi. Bununla birlikte, Revizyonistler dahi Almanya’da politik aktivitelerini sürdürme izinine sahiplerdi. “Brit Tumpeldor” adlı Revizyonist gençlik organizasyonunun üyeleri, Almanya’da Nazilerin üniforma giyme izni verdiği faşist olmayan tek oluşumdu.

Nihayetinde, İkinci Dünya Savaşının patlak vermesinden bir buçuk yıl sonra Nazilere işbirliği teklif edenler İrgun’dan yetişen üyelerdi. Ocak 1941’deki işbirliği teklifinden birkaç ay önce İrgun dahilinde bir bölünme gerçekleşti. İrgun’un küçük bir azınlığı, savaşta Nazi Almanyasına karşı İngiltere’yi destekliyordu; diğer grupsa İngiliz yanlısı politikalara karşı çıkıyordu. İrgun’un çoğunluğunu oluşturan İngiliz karşıtı, Alman yanlısı ikinci gruptu; İrgun komite üyesi Abraham Stern bu grupta önemli bir rol oynadı ve 1940’ta Lehi’yi (Stern) kurdu. Nazi Almanyasına işbirliği teklifini sunan grup, bu dönemde Ulusal Askeri Organizasyon adını kullanan Lehi’ydi. Teklife değinmeden önce Lenni Brenner’ın Zionism in the Age of the Dictators (Diktatörler Çağında Siyonizm) kitabında Ulusal Askeri Organizasyon’un özellikle Varşova ofisine dair verdiği bilgilere değinmekte yarar var. Varşova ofisi temel olarak ulusal Siyonist gençliğin askeri örgütlenmesi ve eğitimiyle ilgileniyordu. Özellikle Polonya’da Ulusal Askeri Organizasyon’un Filistin’deki faaliyetini her şekilde ve coşkuyla destekleyen Yahudi kitelerle yakından bağlantılıydı. Varşova’da Ulusal Askeri Organizasyon’un yayın organı niteliğinde iki gazete çıktı: Tapu ve Kurtarılmış Kudüs. Varşova’daki ofis, Ulusal Askeri Organizasyon’un amaçlarına büyük bir sempati besleyen Polonya hükümeti ve askeri çevrelerle yakın ilişkilerini sürdürdü. Öyle ki 1939’da Ulusal Askeri Organizasyon üyelerinden seçilen gruplar Filistin’den Polonya’ya gönderildi, buradaki kışlalarda Polonyalı subaylar tarafından askeri eğitim aldılar. Ulusal Askeri Organizasyon ve Polonya hükümeti arasında yardımların etkinleştirilmesi için yürütülen müzakerelere dair belgeler, İkinci Dünya Savaşının patlak vermesi ile birlikte yok edildi.

Ulusal Askeri Organizasyon’un Nazi Almanyasına işbirliği teklifine dönelim.

İşbirliği teklifi belgesi, Nazi Almanyasının Türkiye Elçiliği Deniz Ateşesi Ralf von der Marwitz aracılığıyla sunulmuştu. Joseph Heller’ın 1995 tarihli Stern Gang: Ideology, Politics, and Terror, 1940-1949 (Stern Çetesi, İdeoloji, Siyaset ve Terör) kitabından taranarak www.palestineremembered.com web sitesine eklenmiş bulunan teklifin ilk sayfasını aşağıda görebilirsiniz.

Fotoğraf: https://www.palestineremembered.com/Acre/Palestine-Remembered/Story799.html

Teklifte şunlar söyleniyordu:

“Nasyonal Sosyalist Almanya’nın önde gelen devlet adamlarının konuşmalarında sıkça dile getiriliyor ki Avrupa’da Yeni Düzen’in kurulmasının ön koşullarından biri Yahudi sorununun tahliye yoluyla radikal çözümüdür. (Yahudisiz Avrupa)

Geniş Yahudi kitelerin Avrupa’dan tahliyesi Yahudi sorununun çözümünün önkoşuludur; fakat bu çözüm ancak tarihsel sınırları dahilinde bir Yahudi devleti kurulması ve bu kitlelerin Yahudi anayurduna, Filistin’e yerleştirilmesiyle mümkün olabilir ve tamamlanabilir.

Alman Reich Hükümetinin ve yetkililerinin Almanya’daki Siyonist faaliyetlere ve Siyonist göç planlarına yönelik iyi niyetini bilen Ulusal Askeri Organizasyon (Stern/ Lehi) şu fikirlere sahiptir:

  1. Avrupa’da Alman anlayışıyla uyumlu bir Yeni Düzen’in kurulması ve Yahudi halkının Ulusal Askeri Organizasyon tarafından somutlaştırılan gerçek ulusal arzuları arasında ortak çıkarlar mevcut olabilir.  
  2. Yeni Almanya ve yenilenen İbrani ulusu arasında işbirliği mümkün olabilir.
  3. Ulusal ve totaliter esaslara dayanan ve Almanya’ya anlaşma ile bağlı bir Yahudi devletinin kurulması Almanya’nın gelecekte Yakın Doğu’daki iktidar pozisyonunun sürdürülmesinin ve güçlenmesinin çıkarına olacaktır.

Bu düşüncelerden hareketle, Filistin’deki Ulusal Kurtuluş Ordusu, Yahudi kurtuluş hreketinin yukarıda belirtilen ulusal arzularının Alman Hükümeti tarafından tanınması koşuluyla savaşta Almanya’nın yanında aktif rol almayı teklif ediyor. Askeri, siyasi ve istihbarat düzeylerinde geçerli, Filistin’in içini ve Filistin dışındaki belirli örgütsel hazırlıklara göre Filistin’in dışını kapsayan bu teklif, Avrupa’da Yahudi insan gücünün Ulusal Askeri Organizasyon’un liderliği ve komutası altında askeri eğitimine bağlı olacaktır. Bu askeri birimler, böyle bir cephenin açılması durumunda Filistin’in fethi savaşında rol oynayabilir.

İsrail özgürlük hareketinin Avrupa’da şekillenmekte olan ve hâlihazırda hazırlık aşamasındaki Yeni Düzen’e dolaylı olarak katılımı, Yahudi sorununun Yahudi halkının yukarıda belirtilen ulusal arzularına uygun olarak olumlu radikal çözümüyle bağlantılı olacaktır. Bu durum, Yeni Düzen’in ahlaki temelini tüm dünyanın gözünde olağanüstü bir düzeyde güçlendirecektir.

İsrail özgürlük hareketinin işbirliği ayrıca Alman şansölyesi Hitler’in İngiltere’yi izole etmek ve yenmek için her türlü kombinasyon ve ittifaka girilebileceğini vurguladığı yakınlardaki konuşmalarından biriyle de uyumlu olacaktır.”   

Bu teklife Almanya’dan herhangi bir karşılık gelmedi. Teklifin içeriğiyse görüldüğü üzere Revizyonist Siyonistlerin amaçlarını açıkça ortaya koyuyor.   

Siyonizm, sağ, sol ya da merkez tüm bileşenleriyle, Yahudilerin Avrupa’da maruz kaldığı eziyetleri kendi ajandası için istismar etmiş ve düşünsel temelleri Avrupa’da atılmış bir yerleşimci kolonyal projedir. “Yahudileri kurtarmak” Siyonizm’in kendi ajandası için yaptığı kirli işbirliklerini örtmek için kullandığı bir bahanedir.

Siyonistlerin Yahudileri kurtarmak gibi bir kaygılarının olmadığının bir diğer örneği olarak 6 Temmuz ve 15 Temmuz 1938 tarihleri arasında gerçekleşen Evian Kongresinden bahsetmekte yarar var. Mart 1938’de Almanya’nın Avusturya’yı işgalinden sonra Yahudilerin yaşam koşullarının iyice ağırlaşması üzerine Roosevelt’in girişimiyle Evian Kongresi düzenlendi, kongreye 32 ülke ve 24 organizasyon katıldı; kongre sonunda ülkelerin büyük çoğunluğu Yahudi mülteci almayı kabul etmedi. Kongrede temsil edilen Siyonist hareket, hükümetlerin Yahudilere yönelik giriş kısıtlamalarını kaldırmasına dair hiçbir gayret sarf etmedi; Siyonistler, Yahudilere Batı ülkelerine giriş izni verilmesine karşıydılar. Filistin dışında kurulabilecek yerleşimler, alacakları para akışıyla ekonomik yönden Siyonistlerin ihtiyaçlarına rakip olacaktı. Kongre başında Siyonist hareket, 1.2 milyon Yahudi’nin Filistin’e kabulünü talep etti. Filistin dışına yapılacak Yahudi göçleri hiçbir şekilde Siyonistlerin çıkarına değildi.

Ayrıca Ben Gurion’un 1954 tarihli Rebirth and Destiny of Israel (İsrail’in Yeniden Doğuşu ve Kaderi) adlı kitabındaki “Siyonist propagandanın yıllarca yapamadığını felaket bir gecede yaptı,” ifadesi, 1935’te gerçekleşen 19. Dünya Siyonist Kongresinde Weizmann tarafından söylenen “Almanya’da Yahudilere yapılanlara verilebilecek tek onurlu cevap, Eretz İsrail’de geniş, güzel ve adil bir yurttur, güçlü bir yurt,” sözleri Siyonizm’in ajandası ve Siyonistlerin bu ajanda için ne şekilde çalıştıkları hakkında bilgi sunabilecek diğer anekdotlar.

Yazıda buz dağının görünen çok küçük bir kısmını inceledik. Siyonist projenin, “İsrail”in hayata geçmesinin ardından Mossad’ın eski SS komandosu ve Hitler’in ünlü askerlerinden birini, Otto Skorzeny’yi bünyesine alması işbirliğinin “yurt” kurulduktan sonra da devam ettiğinin göstergelerinden yalnızca biri.

Dileriz bu konularda daha çok ve daha yüksek sesle konuşulur ve bugün dünyada kara bir leke olarak varlığını sürdüren Siyonist projenin, “İsrail”in temellerine dair gerçekler daha yaygın bir bilinirlik kazanır.          

Kaynaklar:

Klaus Polkehn, The Secret Contacts: Zionism and Nazi Germany, 1933-1941, Journal of Palestine Studies, 1976. Makaleyi linkten ücretsiz olarak indirebilirsiniz: https://archive.org/details/KlausPolkehnTheSecretContacts-ZionismAndNaziGermany1933-1941

Lenni Brenner,Zionism in the Age of the Dictators, 1983, “Stern Gang” Kitap bölümüne erişim: https://www.marxists.org/history/etol/document/mideast/agedict/irgunazi.htm

Redwashing Nedir? https://www.marbutahaber.com/ortadogu/filistin/redwashing-nedir/

The Complete Diaries of Theodor Herzl, Editör: Raphael Patai, Çevirmen: Harry Zohn, 1960. İlgili bölüme erişim: https://books.google.com.tr/books?redir_esc=y&hl=tr&id=YdJ2vwEACAAJ&focus=searchwithinvolume&q=dependable

The Wiener Holocaust Library, Secret Documents of the Berlin Security Police Concerning Feivel Polkes of Tel Aviv başlıklı rapor. https://wiener.soutron.net/Portal/Default/en-GB/recordview/index/106540

Görseller:

https://www.invaluable.com/auction-lot/photo-of-tel-aviv-ship-with-the-nazi-flag-71-c-d904129964

https://www.kedem-auctions.com/en/content/nazi-medallion-swastika-and-star-david%E2%80%93-nazi-travels-palestine-1934

https://scenehome.com/Architecture/A-Walk-Through-Downtown-Cairo-s-Timeless-Architecture

https://www.palestineremembered.com/Acre/Palestine-Remembered/Story799.html